Gönderen: Ruhdoktoru | Şubat 16, 2017

Bebeklere Yapılmaması Gereken 5 Şey

bebek-psikolojisiBebekler kadar masum ve şirin varlıklar yoktur herhalde. Anne babalar onların şirinlikleriyle teselli olup, “simdi nasıl olsa ne yapsam anlamaz” diyerek onların gelişimleriyle ilgilenmezlerse en büyük hatayı yapmış olurlar.

Bebeklik döneminin içinde bulunduğu ilk üç yıl, örtük öğrenmeyle (bilinçdışı) sosyal dünyanın isleyişinin anlaşılmaya başlandığı ve beyindeki bağlantıların oluştuğu en önemli dönemdir. Bu dönemde karakterinin büyük çoğunluğu oluşur, ve çocuk tüm yaşamı boyunca öğrendiklerini uygular ve yaşar (terapi olmaksızın ya da beyni etkileyen ciddi bir deneyim yaşamadıysa). Bu dönemde ebeveynin çocuğun ihtiyaçlarına tutarlı ve bilinçli bir şekilde cevap vermesiyle, çocuğun beyin gelişimi desteklenir ve sağlıklı ve sosyal olarak yaşadığı çevreye adapte olması sağlanır.

Ebeveynler (bilmeden) bebeklerinin gelişimine zarar verecek yanlış uygulamalarda bulunabiliyor. Bu yazıda bebeğin gelişimini olumsuz yönde etkileyecek ve onlara yapılmaması gereken beş maddeden bahsedeceğim:

  1. Görmezden gelin (!) 

Her bebek dünyaya anne babası ve çevresiyle iletişim kurmaya hazır olarak gelir. Elbette konuşamazlar fakat çıkardıkları sesler, ağlamalar, el-kol hareketleri onun için birer iletişim kanalıdır. Onların iletişim çabalarını dikkate alıp, hızlı ve olumlu şekilde cevap verme gelişimleri icin yapacağınız en önemli şeylerden biridir. Bebeği görmezden gelme onu suistimal etmek demektir ve stres hormonunu salgılatarak bebeğin büyüme ve gelişimini olumsuz etkiler.

  1. Bırakın ağlasın (!) 

bebek-psikoloji-2Düşünün ki bir sıkıntınız var, çevrenizden yardım istiyorsunuz ve görmezden geliniyor. Ne hissedersiniz? Emin olun bebekler için durum çok daha kötü. Beyinlerinde en hızlı bağlantıların oluştuğu, fizyolojik fonksiyonları ve sosyal hayatın dinamiklerini öğrenmeye başladıkları bu dönemde, deneyimledikleri bakım şekline göre etkilenmekte oldukları unutulmamalı.

Bir bebek için ağlıyorken yalnız bırakılmak işkence gibidir. 18 aylık olana kadar bebeklerin halen anne rahminde olması gerektiğini düşünün. Bu dönemde bebekler devamlı streste bırakılıyor ihtiyaçlarına cevap verilmiyorsa, bedeni kendisini endişeli ve güvensiz olarak eğitir. Bebeklerin bakımları esnasında örtülü olarak öğrendikleri, onların katı, ben merkez ve kolayca strese giren biri olduğu zaman ortaya çıkıyor. Bu tip kişilikte olan tanıdıklarınız var mı?

Küçük bebekler ağladıklarında öfke nöbetine girdikleri ya da şımarmak istedikleri için bunu yapmazlar, gerçekten ihtiyaçları olduğu için bunu yaparlar ve de tek iletişim yoluyla bunu size duyurmaya çalışırlar.

Eğer çocuğun ihtiyacını görmek için ağlamasını bekliyorsanız, çok beklemişsiniz demektir. Bebekle olan iletişimin en başında öğrenilmesi gereken en önemli şey, onu ağlatmamayı öğrenmek derler. Küçük bebekler ağlamayı bırakmakta zorlanırlar, bu sebeple hiç başlamalarını istemezsiniz. Ağlamak da alışkanlığa dönüşebilir. Uzun zaman stres olan bebeklerin, beyinlerindeki iletişim görevini üstlenen sinapsisler ölebilir.

Bebekleri ağlamaktan uzak tutmak için, bakımını gören kişinin bebeğin verdiği sözsüz sinyallere (huzursuzluk, kaşlarını çatma, yüzünü buruşturma, kollarını çırpma) dikkat etmesi gerekir. Bebekler ilk aylarda ve yıllarda neyi tecrübe ederse beyin bu bilgileri tekrar ve tekrar kullanır. Eğer hoşnutsuz, iş birliğine girmeyen, agresif çocuk (ya da yetişkin) istiyorsanız bırakın ağlasın. İstemiyorsanız da bebekleri mutlu tutmaya çalışın.

  1. Yalnız bırakın (!) 

Tecrit, bir insana yapılacak en kötü şeylerden biridir ve psikozlara neden olabilir. Bebekler yalnız bırakıldıklarında bunun nedenini anlayamazlar. Tecrübe ettikleri yanlış ya da kötü olan bir durumu içselleştirir.

Bebekler bakımını gören kişiye fiziksel olarak bağlıdır. Kendi ihtiyaçlarını giderene dek yetişkin bakımına ihtiyaç duyarlar. Bebeği kendi bağımsızlığını öğrenmesi için zorlamak ne kadar akıl dışıysa, bebeği izole etmek de onları sürekli sızlanan ve muhtaç ya da sessiz ve içine kapanık hale getirir. Korkularını ve güvensiz hissetmelerini içselleştirip, bakımını gören kişiye ve tüm çevreye bu bakış açısını taşırlar. Böyle bir bebekten neler beklenebilir? İzolasyon onlara sadece kendilerini düşünmeyi öğretir. Kişisel olarak sıkıntı yaşayan biri karşısındakiyle empati kuramaz. Bebekleri strese sokmak, onları kolayca sıkıntılı bir karakter yapabilir.

  1. Mümkün olduğunca kucağınıza almayın (!) 

bebek-psikolojiBebekler kucağa almak içindir. Bu sürecin hemen başlatılması gerekir. Bebeklerin size ve dünyaya karşı ilk izlenimi çok önemlidir. Doğumun hemen akabinde çocuğun anneyle buluşması onu rahatlatacak en büyük şey.

İnsan en çok sevdikleriyle kucaklaşınca rahatlar ve huzur duyar. Bu rahatlama seklini de bebeklikten itibaren öğreniriz. Sarılma kucaklaşma tecrübesi yeterince olmayan çocuklar yetişkinlikte de nasıl rahatlayacaklarını öğrenemezler.

Yapılan araştırmalar bebeğin fiziksel olarak bakımını gören kişiden uzaklaşmasıyla acı tepkisinin aktive olduğu ve çeşitli hormon ve noropeptidlerin salgılanmaya başladığını söylüyor. Uzun dönem ayrılıklar daha büyük sistemlerin düzenini bozuyor. Fareler üzerinde yapılan bir araştırmada yavru farelerin günde 3 saat annelerinden ayrıldığında strese neden olduğunu ve yetişkinlikte hafıza fonksiyonları üzerinde olumsuz etkiye neden olduğu biliniyor. Bebeğe kısıtlı dokunmak da mutlulukla ilgili hormonların salgılanma sistemlerinin gelişmemesine neden oluyor. Bebek yetişkinlerin kolları arasında dünyaya güvenle bakabiliyor ve keşfetmeye hazır hale geliyor.

  1. Onları cezalandırın (!) 

Bazı ebeveynler bebeklerine vurabiliyor hatta dövebiliyor. Fiziksel şiddet, ebeveynin sinirlenme anındaki direkt tepkisidir ve çoğu agresif davranış gibi uzun dönemde çok sayıda olumsuz etkisi vardır.

bebek-gelisimCezalandırmanın zarar veren etkilerine şunlar örnek olabilir:

  1. Bebek, bakımını gören kişinin sevgisine ve ilgisine daha az güvenir ve onu yanında rahatlanacak kişi olarak görmez.
  2. Bebek kendine daha az güvenir. Çünkü isteklerinin önemsiz hatta kötü olduğunu karşılığında ceza alarak öğrenmiştir.
  3. Eğer bebek etrafı keşfetmek istediğinde cezalandırılıyorsa, öğrenme motivasyonları zarar görür (ki bu da ileride okul başarısı üzerinde etkili olur)
  4. Bebek, bakımını gören kişinin yanında isteklerini bastırmayı öğrenir.
  5. Son yapılan çalışmalar cezalandırma ardından davranışın aksine arttığını gösteriyor.
  6. Fiziksel cezalandırma henüz stres seviye eşiği oluşmamış bebeklerde stres tepkisini aktive eder. Bu stres kalıcı şekilde çocuğun sağlığını, zihinsel ve sosyal gelişimini zora sokabilir.

Eğer bebeğinizin beynini en iyi şekilde kullanmasını istiyorsanız, sağlıklı ve huzurlu bir gelişim dönemiyle yetişkinliğe adım atmasını istiyorsanız bu beş maddeyi sakın YAPMAYIN.

Kaynak: Psychology Today

Gönderen: Ruhdoktoru | Kasım 18, 2015

Ergenlikte Kızlar ve Anneleri

ergenlikte anne kiz

Karşılıklı söylenmeler, hızla çarpan kapılar ve ardından gelen derin sessizlik… Anne- genç kız arasında geçen klasik bir diyalog.

Terapistler yakınlarımız arasında en gergin ilişkinin anne-genç kız arasında olduğunu söylüyor. Çatışmanın temelinde ise genç kızın kendi bağımsızlığını ve bireyselliğini kazanma çabası karsısında annenin kızını hala kendi uzantısı olarak görmesi yatıyor.

Uzmanlar annenin erkek çocuklarına nazaran kız çocuklarıyla fiziksel ve duygusal olarak daha yakın bir ilişkiye sahip olduğunu söylüyor. Anneler kızlarının kendi yaptığı hataları yapmasından endişe duyuyor ve kendisine sunulmayan fırsatları sunmaya çalışıyor. Ve kızının kendisi gibi olmasını istiyor.

Tabi ki genç kız bunların hiçbirini istemiyor. Ve annesinin korumacı tutumunu baskıcı bir tutum olarak algılıyor. Annesinin rehberlik etmek niyetinde olduğu girişimlerini ise eleştiri ya da onaylamama olarak görüyor.

Anne-kız ilişkisi üzerinde çalışan bir psikoloğun yorumu ise şu şekilde: Anneler kendinden beklediklerini kızlarından da bekliyor. Kızı da kendisinden bekleneni veremediği için kendisini hayal kırıklığı olarak görüyor.

Uzmanlara göre anne-kız çatışması 10-11 yaşlarından itibaren başlıyor. Bu yaşlardaki kızlar yavaş yavaş ergenliğe giriyor. Ve yaşıtları tarafından sosyal baskıya maruz kalmaya başlıyorlar.

Annelere neler düşüyor?

  • Mother and daughterDaha az mücadele etme adına anneler durumun farkında olup kendi isteklerini yapmaları için çocuklarını zorlamamalıdır. Uzmanlar annelere şunu hatırlatıyor: Yetişkin olan sizsiniz! Kızınızın bütün zorlamalarına karşın, sizin sorumluluk sahibi olup kızınız ve sizin yararınıza olmayan kapıları açmamanız gerekiyor.
  • Tartışmayı yeniden biçimlendirmek çok önemli. Örneğin anne kızının belli bir arkadaşını görmesini istemiyorsa, kızı eleştirildiğini düşünüp hemen savunma pozisyonuyla tartışma durumuna geçebilir. Burada anneye düşen, ne yapmasını söylemek yerine nasıl hissettiğini sormak olmalıdır. Onu anladığınızda daha makul yaklaşabilirsiniz.
  • Eğer tartışma anında bir hararetlenme yaşanıyorsa anneye düşen, konuyu bir kenara koyup duygular soğuyunca tekrar konuşmayı tercih etmek olmalıdır.
  • Anneler kızlarının başarılarını muhakkak dile getirmelidir. Örneğin söylediği vakitte eve geldiyse bu durumdan ötürü duyduğu memnuniyeti ifade etmelidir.
  • Bir eleştiriyi dengelemek için beş övgü gerekir. Anneler elbette kızlarının hata yapmamasını, ya da daha iyisini yapmasını ister. Fakat eleştiri yoluna girecekse bunu en uygun dille çocuğuna sunmalı, önce güzel noktaları nazara verip ardından “nasıl daha iyi olur”u konuşup devamında tekrar övgülerini iletmeli ki reaksiyona sebebiyet vermesin.
  • Anne ve kızları bir sorun karşısında pazarlık edip ortak bir çözüm yolu bulmalıdır. Sadece tek tarafın istediği olursa bu adaletsizlik olur. Her iki taraf da beklentilerini ortaya koyup, mutabık olacakları ortak bir noktayı yakalamaya çalışmalıdır.

Ergenlik hassas bir dönem. Anne babaların bu süreçte zorlandığını çok duyuyoruz. Yapılması gereken ilk iş ergenlik dönemini tanımak olmalı. Ancak bu şekilde çocuğunuzu daha iyi anlayabilir, ve verdiği tepkileri ona göre değerlendirebilirsiniz. Önümüzdeki haftalarda tekrar bu konu üzerinde durmaya çalışacağım.

ruhdoktoru.com

Gönderen: Ruhdoktoru | Eylül 22, 2015

Çocuklar Başarısız Olunca

basarisiz cocukHiçbir anne baba çocuğunun başarısızlığını görmek istemez. Fakat kimi zaman bir kelimeyi yanlış hecelediğini, kimi zaman resim yarışmasında dereceye giremeyişini, kimi zaman da çalıştığı halde derste başarılı olamayışını çaresizce izler.

Çocuklar başarısızlık duygusunu erken yaşlardan itibaren hissedebilir. Arkadaşı öğle yemeğinde onun yanına oturmadıysa, ya da dersteki performansından ötürü yıldızı kapamadıysa işte tam olarak bunu hissederler.

Başarısızlık, çocuk ve yetişkin için çoğu zaman acı, kızgınlık, hüsran hatta düşük öz güvene neden olur. Halbuki başarısızlık bize ileride başarılı olmamız için gereken deneyimi kazandırır.

Çocuklar yaşına ve olgunluğuna göre bu duyguyla baş edebilir. Anne babalara düşen ise çocuklarına bu duyguyu tanımalarını ve olumlu bir şekilde üstesinden gelmelerini öğretmektir.

Aslında çocuklara bu durumla baş edebilmeyi en çok da kendi yaşantımızla, başarısızlık karşısında verdiğimiz tepkilerle öğretiriz. Ve bunun çoğu zaman farkında değiliz. Örneğin çok istediğimiz bir neticeyi elde edemediysek ve bunun sonucunda şiddetli bir şekilde kızarak tepkimizi gösterdiysek, elbette çocuğumuzun bizi rol model olarak alması, kendi başarısızlığında fırtınalar koparması pek de sürpriz olmayacaktır.

Çocuklar başarısızlıktan ne öğrenir?

Başarısızlıkla karşılaşan çocuk problem çözme becerisini geliştirir. Ebeveyn olarak çocuğunuzla birlikte durumu değerlendirmeniz ve yolunda gitmeyen şeyin ne olduğunu öğrenmeniz bir dahaki sefere bunun tekrarlanmamasına yardımcı olabilir.

Deneyip, yenilmek ve ardından tekrar deneyip başarmak ona başarı için gerekli olan sabrı, tutarlılığı öğretecek, başarının kıymetini daha iyi anlamasına sebep olacaktır.


Ebeveynlere düşenler nelerdir?

  • Unutulmamalıdır ki, cesaretlendirme ve ödüllendirme her yaş için en etkili araçtır.
  • Öncelikle çocuğunuz (sınıfta ya da herhangi bir oyun esnasında) başarılı olamadıysa onun duygularını kabul edip, doğru bir şekilde tepki vermesine yardımcı olun.
  • Sonucun neden onun beklediği gibi olmadığını kendisinden dinleyin.
  • Çocuğunuzdan, yaşından ve kabiliyetlerinden fazlasını beklemeyin, standartları çok yüksek tutmayın. Beklentileri gerçekçi tutun.
  • Kazanmanın her zaman en önemli şey olmadığını, gayret etmesinin ve çalışmasının takdire değer olduğunu ifade edin.
  • Çocuğunuzun güçlü yönlerini dile getirin. Bu sayede öz güveni zarar görmeyecektir.
  • Unutmayın, sizin başarısızlık karşısında verdiğiniz tepkileri görüyorlar.

En önemlisi de kazansa ya da kaybetse de onu sevdiğinizi söyleyin. Kötü bir not aldığında, ya da bisiklet sürmeyi öğrenirken düştüğünde sizin onu kucaklamanız ve sevginizi hissettirmeniz çocuğunuz için en güzel ilaç olacaktır.

Gönderen: Ruhdoktoru | Mayıs 27, 2015

İyi Bir Anne ve Baba Olmak İçin 10 Altın Kural

ebeveyn psikolojisiİyi bir anne baba olmak zor fakat imkânsız değil. Çoğunlukla yapılan en büyük hata çocuğu size bağlı ve sizin kontrolünüzde olan bir uzantınız olarak görmek. Aslında onun da ayrı bir birey, farklı bir karakter olduğunu ve size düşen sadece ona yardımcı olup doğruyu bulması için yol göstermek (fazla müdahale etmeden) olduğunu unutmayın.

Bilimsel çalışmalara dayanarak hazırlanmış, iyi anne babaların uyguladığı 10 altın kural sizlere basit fakat hayati ipuçları veriyor:

1. Yapacağınız şeyleri söyleyin, söylediğiniz şeyleri yapın

Çocuklar anne babalarına önce güvenmek ister. Tutarsız davranışlar güven duygusunu azaltır. Bu konuda dikkat edilecek iki husus var: Yapamayacağınız kurallar koymayın ve verdiğiniz sözleri tutun. Çocuğunuzun sizin ne demek istediğinizi bilmesi için bu hususlar çok önemlidir. Tutarlı ve sözünüzün arkasında olmanız size karşı güven ve saygı oluşturur.

2. Çocuğunuzun iyi anlarını yakalayın, ve tam olarak neyi beğendiğinizi söyleyin

Çocuklar anne babalarının memnuniyetini kazanmayı çok ister. Yapıcı ve pozitif geribildirimlerle gelişirler. Anne babalar genellikle çocuklarının gelişimine katkı sağlamayacak konularla fazla enerji ve zaman harcar. Halbuki çocukların iyi yaptıklarına karşı duyulan memnuniyeti bildirmeyi de unutmamak lazım. Yetişkinler gibi onlar da taktir edilmeyi sever.

Burada önemli bir nokta da çocuğu överken spesifik olmanın gerektiğidir. Sadece “Aferin benim oğluma/kızıma” demekten ziyade neyi tam olarak beğendiğinizi kendisine söyleyin. Örneğin “Kardeşin seni kızdırdığında ne kadar sakin ve sabırlı davrandın bu hareketini çok beğendim” demek çocuğun dikkatini ondan beklenen davranışlara doğrudan çeker ve bu sayede güzel davranışı pekişmiş olur.

3. Doğal sonuçların gücü

Çocukları kendi hareket ve seçimlerinden doğabilecek sonuçlarla alakalı serbest bırakın (eğer sağlığı ve güvenliği adına tehlike oluşturmuyorsa). Çünkü bu deneyimler öğrenmenin temelini oluşturur.

Bırakın kendi seçimlerinin sonucunu görsünler. Mesela yağmurlu bir günde yazlık ayakkabı giymekte ısrar ediyorsa izin verin (Tabi yanınıza yedek bir ayakkabı almayı da unutmayın…). Ayakları ıslandığında rahatsız olup verdiği kararın doğru olmadığını anlayacaktır.

baba psikolojisi4. Onlara doğru yolu gösterin

Ceza, davranışı sadece bastırır. Çocuğunuza istemediğiniz bir davranışı yapmasını engellemek için ceza vermek yerine nasıl davranması gerektiğini gösterin. Örneğin; “Arkadaşın seni kızdırdığında ona vurmanı istemiyorum, onun yerine yaptığının yanlış olduğunu söyle, devam ederse bu şekilde onunla oynayamayacağını söyleyebilirsin” şeklinde ona hem istemediğiniz davranışı ifade edip, hem de yol da gösterebilirsiniz.

5. Onun gölgesi olmayın

Hata yapmak ve başarısızlığa uğramak, sorunlar karşısında çocuklara baş etme becerilerini öğreten ve bu becerileri geliştiren temel deneyimlerdir. Onu sürekli izleyen, kontrol eden, onun yerine düşünen ve hata yapmasına engel olan bir ebeveyn olmayın. Bunun yerine sorumluluk almasına izin verin; başarısızlık yaşadığında da öğrendiklerinin ve kazanımlarının farkına varmasına yardımcı olun.

6. Sevgi dokunuşları

Araştırmalar gösteriyor ki sevgi temalı dokunuşlar (sarılma, okşama, kucaklama) çocukların beyinsel ve sosyal gelişimleri üzerinde son derece önemli bir etkiye sahip. Bu yüzden çocuklarınıza her gün kucaklamak ve sarılmak için uzun zaman ayırın.

7. Çocuklarınız ve onların davranışları arasında net bir ayırım yapın

Çocuklarınıza her zaman onları sevdiğinizi söz ve fiillerinizle belli edin (bazı davranışlarını sevmeseniz bile). Yanlış bir davranış sergilediklerinde onlara “Neyin var senin?” ya da “Beni sinir ediyorsun” demek yerine; “Bu davranışını beğenmedim” ya da “Bu yaptığın hiç hoş değil çünkü..” ile başlayan cümleler kurabilirsiniz. İlk iki cümle çocukta daha çok utanma ve suçluluk duygusu verirken diğer iki cümle ise daha çok mantık ve empati odaklı yapıcı iletilerdir.

Ayrıca sözsüz iletişime de (vücut dili, ses tonu vs.) dikkat etmek gerekir. Sözsüz iletişim güçlü bir etkiye sahiptir ve de söylediğiniz kelimelerin anlamını değiştirebilir.

8. Çocuklarınız aç ya da yorgunken disiplin etmekten kaçının

Çocuklar aç ya da yorgun olduklarında onlara öğretmek istediğiniz konuya odaklanamayabilirler. Hatalarını fark edip ileride daha iyi seçim yapabilmeleri için durumu konuşurken onların fiziksel ve zihinsel olarak öğrenmeye açık olduklarına emin olun. Bu gibi durumlarda, onlara daha sonra konuşacağınızı söyleyin ve bırakın herkes dinlensin, yemek yesin ve biraz daha soğuk kanlı olsun.

anne psikolojisi9. Deneme, Sabır ve Sebat

Onlara “İstediğin her şeyi yapabilirsin“ demek yerine 3 altın kuralı öğretin: deneme, sabır ve sebat. Bu alışkanlıklar başarının temel taşlarını oluşturur.

10. Çocuğunuzun hislerini anlamasına ve uygun davranışı seçmesine yardımcı olun

Çocuğunuza reaksiyon vermesinden ziyade nasıl yanıt vereceğine dair koçluk yapın. Hislerini kabul edin fakat her zaman bu hislere göre hareket etmesinin (vurma, bağırma) doğru olmadığını belirtin. Bu belki de çocuğunuza öğreteceğiniz en önemli yeteneklerden biridir.

Kaynak: Psychology Today

Gönderen: Ruhdoktoru | Ocak 10, 2015

Günümüzde Mutlu Olmak

mutlu olmak“Hayattan beklentiniz nedir?” sorusuna birçok kişi tek bir kelimeyle cevap verir: Mutluluk. “Peki siz mutlu musunuz?” sorusu sorulduğunda ise tatmin edici bir cevap bulmak oldukça zor. Bunun farkında olan tasarım, teknoloji ve eğlence sektörü de insanlara daha mutlu olabilecekleri mesajıyla ürünlerini sunma yarışında.

Bilim dünyasına baktığımızda son yıllarda muazzam düzeyde mutluluk üzerine araştırma yapıldığını görüyoruz. Pozitif psikoloji adı altında yapılan bu araştırmalarla bizi mutlu eden şeyler artık sır olmaktan çıktı. Dahası, araştırma sonucunda ortaya çıkan bu bilgileri hayatımıza adapte edebilme ve daha mutlu bir hayata sahip olabilme şansımız da var. Peki bizi daha mutlu eden faktörler nelerdir? Birkaçı üzerinde duralım.

Para mutlu eder mi? Hayır, aksine sanıldığı gibi para mutluluk getirmiyor. Elbette ihtiyacı giderebilecek miktarda paraya sahip olmak önemli. Bunun ötesinde, bir servete sahip olmanın insanları daha mutlu etmediği araştırmalarda görülüyor. Daha fazlasını elde etmek için hırsla, adım adım kendini materyalistliğe salanlara duyurulur.

Pozitif psikolojiyi bulan kişi olarak bilinen Martin Seligman, ‘Gerçek Mutluluk’ adlı kitabında evliliğin mutlulukla güçlü bir bağlantısı olduğunu söylüyor. Yapılan araştırmalar evli insanların bekarlardan daha mutlu olduğunu gösteriyor.

Diğer bir faktör de iyi bir sosyal hayat. Bizi mutlu eden aktivitelerin tamamına yakını, arkadaşlarla yemek yemek ya da kahve eşliğinde sohbet etmek gibi sosyal faaliyetlerden oluşuyor. İnsan sosyalliğin içinde ancak kendini ifade edebilme, duygularını paylaşabilme imkânı buluyor. Bilindiği gibi: paylaştıkça sevinçler artar, kederler azalır.

Ümit veren manevi bir yolu takip etmek de aynı şekilde uzun vadeli mutluluğu sağlayan faktörlerden biri olarak sıralanıyor. Belli bir amaca matuf ve bizim için anlamı olan hayır işleri, kısa süren anlık zevklere göre çok daha uzun süre kişiye mutluluk verebiliyor.

Özetleyecek olursak; yeteri kadar para, huzurlu bir evlilik, yalnızlıktan ziyade insanlar içinde sosyal bir hayatı paylaşma ve de bizi tatmin eden manevi bir yol günümüz insanları için mutluluğun reçetesi olabilir.

ruhdoktoru.com

Gönderen: Ruhdoktoru | Kasım 26, 2014

Çocuklar Neden Kızar?

sinirli cocukÇocukları kızdıracak birçok durum olabilir (yetişkinlerde olduğu gibi) ve bu durumun üstesinden gelmek birçok yetişkin için ebeveynliğin en zor görevlerinden biridir.

Genellikle çocuklarda kızgınlık ve ebeveyndeki gerilen sinirlerin etkisiyle, aralarında isteklerini dile getirme yarışı başlar. Genellikle yarışı “Çünkü ben böyle istiyorum!” diyen yetişkin kazanır. Akabinde ebeveyn suçluluk, pişmanlık ve yetersizlik gibi hisler arasında bulur kendini.

Çocukların kızmaya hakkı var mı?

Çocukların genellikle kızma ve öfkelenme gibi duyguları büyükler tarafından kabul görmez. Bencil, mantıksız ya da şımarıklıktan ötürü olduğu düşünülür. Bu şekilde yetiştirilen ebeveynlerin kendi çocuklarıyla da bu konuda sıkıntı yaşama ihtimalleri oldukça yüksektir.

Öncelikle çocuklardaki öfke ve kızgınlığı iyi yönetebilmek için, çocuğa (belki de en başta yetişkinlere) bu duygunun normal ve kabul edilebilir olduğunu öğretmek gerekiyor. Aksine çocuğun bu duygusunu inkar eder ve bastırmaya çalışırsanız çocuğu daha da öfkelendirmeye hatta agresifleşip saldırgan tavırlar içine girmesine neden olabilirsiniz.

Ebeveynler unutmamalıdır ki, bizleri yetişkin hayatımızda kızdıracak birçok sebep olduğu gibi (trafikte önünüzü kesen bir araç ya da sözünüzü kesip duran bir iş arkadaşı), aynı şekilde çocukları da kendi dünyalarında kızdıracak sebepler olabilir ve onların kızması ve tepki vermesi de bizler gibi normal karşılanmalıdır.

Yetişkinler çocukların hislerine anlayış göstermeli, yaşamasına izin vermeli fakat daha kabul edilebilir bir şekilde duygularını yönetmesine de yardımcı olmalıdır.

Çocuklar neye kızar?

kizgin cocukÇocuklar genellikle kendilerini çaresiz hissettiklerinde duruma kızarak tepki verirler. Kızgınlık genelde kişinin kısıtlandığını hissettiğinde ortaya çıkar. Fakat çocuklarda kızgınlık daha genel bir duygudur. Utandıklarında, yalnız hissettiklerinde, izole edildiklerinde, endişelendiklerinde ya da canları acıdığında kızarak tepkilerini gösterirler. Çocuklar bu durumlarda kendilerini çaresiz hissederler.

Unutmamak lazım ki kızgınlıkla agresiflik ayni şey değildir. Kızgınlık bir duygu olup, agresyon ise bir davranıştır. Kızgınlık geçici bir süre engellenme karşısında verilen duygusal tepkiyken, agresyon karşısındaki kişiyi incitme ya da zarar verme davranışıdır. Çocuğa kızmasının normal olduğunu fakat agresyonun (zarar veren davranışın) kabul edilemeyeceğini açıklamak gerekir.

Çocuğa kızgın anında nasıl yaklaşmak lazım?

Çocuğunuz bir şeye kızdığında öncelikle ona ne olduğunu, neyin yanlış gittiğini ya da neden bu şekilde hissettiğini sorun. Kendisi bunu ifade edebilecek yeterlilikte olabilir, ya da hislerini anlamlandırmak için sizin yardımınıza ihtiyaç duyabilir.

Çocuklar birbirlerine kızıp zarar verdiklerinde, kimin bunu ilk başlattığından ziyade hoşlanmadıkları bir durumu sona erdirmek için vurmayı nerede öğrendiklerini sorun. Belki de birbirlerine kızınca vurmayı okulda diğer çocuklardan öğrenmiş olabilirler (Hatta kızınca cezalandırıp vurmayı sizden de öğrenmiş olabilirler). Onlara kızgınlığını anladığınızı fakat agresif davranışlarının doğru olmadığını söyleyin. Ve  öfkesini ifade etmenin doğru yolunu gösterin.

cocuk psikolojisiBunu yaparken çocuğunuza sadece ne yapmaması gerektiğini değil, aynı zamanda yapması gereken davranışı da söyleyin. Örneğin, “Kızdığında kardeşine vurma. Bana gelip ne olduğunu anlat, ya da ona oyuncağını geri vermesini söyle ya da bana söyleyeceğini söyle ve onu uyar.”

Başka bir yazımda agresif çocuklarla baş etme yollarını/ ipuçlarını vereceğim.

Meleknur Ozgu

Gönderen: Ruhdoktoru | Eylül 29, 2014

Harry Potter Okumak Sizi Daha İyi bir İnsan Yapıyor!

Çocuğunuzun kaba bir insan olmasını istemiyorsanız Harry Potter okumasını sağlayın! Neden mi?

harry potter psikolojiİtalya’da yapılan bir araştırmayla J. K. Rowling’in çocukları daha empatik yaptığı bulundu. Çalışmanın başlığından her şey anlaşılıyor: “Harry Potter’ın en büyük sihri: önyargıları azaltması.” Araştırma, kurgusal edebiyat okumanın kişinin sosyal algısını ve diğer insanlari anlayabilme yetisini geliştirdiğini gösterme amacıyla başlatılıyor.

Sosyal psikolojide önyargı üzerine yapılan çalışmalarda temas hipotezi üzerinde duruluyor. Temas hipotezi (Allport, 1954); belli koşullar altında, karşıt grupların doğrudan temas haline sokulmasının, birbirlerine karşı önyargıyı azaltacağı görüşüdür.

Görünen o ki bu durum kelimeler yoluyla da gerçekleşiyor: Araştırma sonucuna göre çocuklar, farklı gruptan karakterler arasındaki arkadaşlık üzerine hikaye okuduklarında önyargılı oldukları gruba karşı daha olumlu tutumlara sahip oluyorlar.

Ejderhaların ve sihirli değneklerin ötesinde Harry Potter farklı grup dinamiklerinden çoğuna sahip: “muggle”larla büyü yapamadıkları için eğlenilirken, “bulanık”larla da muggle’lardan doğdukları için alay edilir ve gücün sadece safkan büyücülerde olduğuna inanılır (Lord Voldemort’u düşünün).

Modena Üniversite’sinden Loris Vezzali’nin liderliğini yaptığı araştırmada, 34 ilkokul öğrencisine göçmenlerle ilgili tutumları üzerine bir anket veriliyor. Öğrencilerin tutumlarının Harry Potter yolu ile değiştiği ortaya çıkıyor.

Deney su şekilde ilerliyor:

Bir grup önyargıyla ilgili pasajlar okuyor (sarışın safkan büyücü Draco Malfoy’un Harry’nin arkadaşı Hermione’ye “pis küçük bulanık” dediği sahne gibi). Kontrol grubu önyargıyla ilgisi olmayan kısımları okuyor (örneğin Harry’nin ilk değneğini aldığı sahne).

harry psikolojiSon oturumdan sonra çocukların diğer grupla (göçmenler) ilgili tutumları tekrar değerlendiriliyor. Harry Potter karakteri ile özdeşleşen kişiler arasında önyargı ile ilgili pasajlar okuyan çocuklarda önemli ölçüde göçmenlere karşı tutumlarda iyileşme olduğu görülüyor. Nötr pasajlar okuyanların ise tutumları değişmiyor.

Malfoy’un nahoş toleranssızlığına maruz kaldıktan sonra öğrenciler diğer gruba daha fazla tolerans göstermeye başlıyor. Bir anlamda onlarla empati yapıp, durumlarını daha iyi anlayabiliyorlar.

Vezzali, fantastik edebiyatın insanın daha açık fikirli olmasını sağladığını söylüyor. Çünkü insan gruplarından ziyade goblinler ve orglarla uğraşmak kişiyi politik savunma sistemlerinden uzaklaştırıyor. Ve durumu daha objektif değerlendirebilme olanağı sağlıyor.

“Maalesef günlük okuduğumuz haberler bize (toleransla ilgili) daha çok çalışmamız gerektiğini söylüyor” diyen Vezzali, ebeveynlerin ve eğitimcilerin toleransı öğretirken Harry Potter gibi fantastik kitapların büyük yardımı olacağını da ekliyor.

Çeviri: ruhdoktoru.com

Kaynak: Business Insider

mutsuz calisanYapılan bir yoruma (geç de olsa) cevap niteliğinde bu yazıyı ele aldım. Yorumu yazan okuyucum anksiyete tedavisi görüyor, sıkıntılarının temelinde işte yaşadığı kaygı var ve alanıyla ilgili tatminsizlik yaşıyor. Peki bu durumu yaşayan başkaları da var mı?

2012’de yapılan bir araştırmaya göre (Right Management), ankete katılanların %65’i işinden tamamen memnuniyetsiz. Buna neden olan faktörlerin başında ise yetersiz maaş, sınırlı kariyer gelişimi, alana duyulan ilgi eksikliği ve kötü yönetim geliyor.

Çözüm için iki yol var: işi değiştirmek ya da (değiştirmek için yeterli imkanlara sahip olmadığınızı düşünüyorsanız) işteki olumsuz faktörleri azaltmaya çalışmak.

İş memnuniyetsizliği yaşayıp, hatta başarısız olup işten atılan; fakat daha sonra istediği alanda hedefine ilerleyip son derece başarılı olan sayısız insan var. Başarısızlıktan korkmamak gerekiyor; çünkü her olumsuz tecrübe kendinizi tanımanıza ve zayıf yönlerinizi fark etmenize neden olur. Böylelikle kendinizi güçlendireceğiniz alanları belirlemiş olursunuz.

İş değiştirmektense bulunduğunuz işe devam edip daha tatminkar olmak için ise belli konularda düzenlemeler yapabilirsiniz:

Sınırlarınızı belirleyin. Sorumlu olduğunuz işlerle ilgili gerçekçi sınırlar belirleyin, ve bunu iş çevrenize aktarın. Her işi yapmak sizin göreviniz olmadığı gibi, yapabileceğiniz işler için de ideal zamanı sorumlulara aktarabilirsiniz.

Önceliklerinizi koyun. Patronunuz bazı işleri öncelik olarak istese de, her öncelik öncelik değildir. Büyük taşları zamanla öğrenirsiniz. Ve şu iş bitmeden bunun bitmesi zor, şeklinde gerçekçi bilgilendirmeler yapabilirsiniz.

Zihninizi dağıtın, temizleyin. Sorunlarla yüzleştiğinizde içinde boğulmak yerine, basit çözümler düşünün. Küçük molalar bakış açınıza tazelik katacaktır.

mutlu calisanÇevrenizle olan sınırları belirleyin. Size rahatsızlık verdiğini düşündüğünüz şeylerden kendinizi uzaklaştırın. Telefonu sessize alabilir, kapıyı kapatabilir kendinize konsantrasyon sağlayabileceğiniz ortamı oluşturabilirsiniz.

İşle ilgili tutumunuzu tekrar düşünün. Unutmayın ki kariyeriniz sadece sizin ellerinizde. Patronunuz sizi hedeflerinize ulaştırmakla görevli değildir. Limitleriniz her zaman şirketinizin size sunacaklarıyla örtüşmeyebilir. Ama yine de kontrolün sizde olduğunu düşünün, sürücü koltuğunda siz varsınız.

Kariyer memnuniyetsizliği yaygın olsa da sizi etkilemek zorunda değil. Sizi mutsuz eden faktörleri belirleyin, ve değiştirmek için harekete geçin.

Psik. Meleknur Ozgu

seri katil psikolojisiMedyada (özellikle film ve dizi sektöründe) seri katillerin sansasyonel görüntüleri, ya akıl hastalığı bağlantısıyla zayıflatılıyor ya da Kuzuların Sessizliğindeki yamyam Dr. Hannibal Lecter gibi kaçık fakat zeki olduklarına dair bir izlenim oluşturuluyor. Peki gerçekten seri katiller akıl hastası ya da birer dâhi olabilir mi?

Aslında bu iki mit de doğru değil. Aksine seri katiller daha çok sosyopati ya da daha fazla psikopati gibi antisosyal kişilik bozukluğu sergilerler ki bu da Amerikan Psikiyatri Birliği  APA) tarafından ruhsal hastalık olarak kabul edilmez.

Psikopati ve sosyopati nedir?

2013 APA (Amerikan Psikiyatri Birliği) tarafından yayımlanan, Ruhsal Hastalıkların Tanısal ve İstatiksel El Kitabı’nın son güncellemesine göre (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, DSM-5), psikopati ve sosyopati Antisosyal Kişilik Bozuklukları altında sıralanmakta. Bu bozukluklar aralarında karışıklığa neden olabilecek birçok benzer davranış özellikleri taşıyor. Sosyopat ve psikopatlar için başlıca özellikler şunlardır:

  • Yasaları ve ahlaki değerleri göz ardı ederler
  • Başkalarının haklarını tanımazlar
  • Pişmanlık ve suçluluk hissetmezler
  • Şiddet içeren davranışlara karsı eğilim gösterirler

Seri katiller gerçekten akıl hastası mı?

Seri katillerin çok azı için herhangi bir ruhsal hastalık nedeni ile cezai sistemlerde hafifletici sebep söz konusudur. Hukuken deli olarak sınıflandırılması için; kişinin eylem esnasında, bu hareketinin yasalara karşı olduğunu idrak edememesi gerekiyor.

Başka bir deyişle, bir seri katilin hukuken deli olabilmesi için cinayeti isleme esnasında öldürmenin yasal olarak yanlış olduğunu idrak edememesi gerekiyor. Deliliğin legal kategorizasyonu oldukça zorlu ve dar bir alanı kapsadığı için çok az sayıda seri katil buna dahil olabilmekte.

Psikotik seri katiller ise kurbanlarını öldürürken tamamen bunun illegal olduğunun farkındadır. Doğru ya da yanlışı ayırt edebilmeleri suçu işlemelerine engel olmaz. Yakalandıkları zaman yargılanmak için zihinsel olarak yetersiz olduklarına karar verilmesi adına avukatları nadiren deliliği savunmalarında kullanırlar.

Seri katillerin zeka seviyesi

İkinci mit ise son derece yaygın olan seri katillerin “zeki”liğine dair. Popüler kültürde seri katillerin kurnaz ve kriminal olarak dahi olduklarına dair klişe büyük ölçüde televizyon, kitap ve filmler sayesinde medya tarafından inşa ediliyor.

seri katil zeki miÖzellikle Hollywood, Se7en filmindeki John Doe gibi, kaçık zeki katil filmlerini piyasaya sunmakta. John Doe filmde kanun koyucuların hakkından gelip, adaletten kaçınan ve acımasız planında başarılı olan şeytani zeki seri katili canlandırıyor.

Gerçekte ise durum böyle değildir. Gerçek seri katillerin genellikle eşsiz ve sıra dışı entelektüel becerileri yoktur. Hatta yapılan bir araştırmayla seri katillerin IQ’sunun çoğunlukla sınırda ve ortalama zeka üzeri aralığında olduğu görülmüştür. Bu durum genel popülasyonla oldukça tutarlıdır.

Mitin aksine, yüksek zeka seri katilleri başarılı yapmaz. Bunun yerine; obsesyon, titiz planlama ve soğuk kanlılık uzun dönem yakalanmadan fiillerini sürdürmeye olanak verir.

Çeviri: ruhdoktoru.com

Kaynak: Psychology Today

Morton, R.J. 2005. Serial Murder: Multi-Disciplinary Perspectives for Investigators. National Center for the Analysis of Violent Crime. Washington, D.C.: U.S. Department of Justice.

Gönderen: Ruhdoktoru | Eylül 5, 2014

Neden Mesaj, Mail ve Sosyal Medya Bağımlısıyız?

sosyal medya bagimlisiHiç e-mail, twitter ya da mesaj bağımlısı gibi kendinizi hissettiğiniz oldu mu? Mail kutunuzda yeni gelenler olduğunda görmezden gelebilmeniz mümkün oluyor mu? Gelen mail ya da mesajları görmezden geldiğinizde bunu sadece işteyken yapabildiğinizin farkında misiniz? Haklısınız!

Suçlu: dopamin! Dopamin 1958’de Arvid Carlsson ve Nils-Ake Hillarp tarafından İsveç Ulusal Kalp Enstitüsü’nde keşfedildi. Dopamin beyinde salgılanan, düşünme, hareket etme, uyuma, dikkat, motivasyon, ruh hali, ödüllendirme gibi neredeyse tüm beyin fonksiyonlarında kritik rol oynayan bir kimyasaldır.

Haz & arayış. Dopamin beyinde hazla ilgili sistemleri kontrol eder. Ve haz hissedilmesini sağlar. Böylece sizi bu hazları elde edecek davranışlar konusunda arayışa yönlendirir. Son araştırmalar bu bakış açısını değiştirir mahiyette. Dopaminin haz yasamaya değil, davranış arayışına neden olduğu ortaya çıktı. Dopamin istemeye, arzu etmeye ve arayışa neden oluyor. Bu da genel olarak uyarılma ve hedefe yönelik davranış düzeyini artırıyor. Özetle dopamin bizim yaşantımızda ilerlememiz, öğrenmemiz ve hayatta kalmamız için gerekli sistemleri motive ediyor. Sadece fiziksel ihtiyaçlar (yemek, cinsellik) değil ayrıca soyut kavramlar (fikirler için merak, bilgi için arayış) için de etkin. Araştırma sonuçlarına göre beğenme/haz duygusunu hissettiren dopaminden farklı olan, opioid sistem.

İstemek & beğenmek. Araştırmacı Kent Berridge’e göre, “isteme” (dopamin) ve “beğenme” (opioid) olmak üzere bu iki sistem birbirini tamamlayıcı nitelikte. İsteme sistemleri bizi aksiyona yönlendirirken beğenme sistemleri bizi tatmin ederek arayışı durdurmayı sağlar. Eğer isteme bir an bile olsa durmazsa kişi sonsuz bir döngünün içine girer. Dopamin sistemi opioid sistemden daha güçlüdür. Çünkü insan tatmin olmaktan daha çok arayış içerisindedir.

Dopamin döngüsü. İnternet, twitter ve mesajlaşma ile arama arzusuyla neredeyse anlık haz yaşanır. Şuanda biriyle konuşmak mi istiyorsunuz? Mesaj yollayın ve bir iki saniye içinde cevap gelsin. Bazı bilgileri mi elde etmek istiyorsunuz? Sadece isteğinizi Google’a yazın. Meslektaşlarınızın neler yaptığını mi görmek istiyorsunuz? Doğruca Linked In’e. Dopamin kaynaklı bir döngünün içine girmek artık çok kolay. Dopamin arayışı başlatıyor, ve hızlı ödüllendirme ile daha fazla arayışa giriliyor. Böylece yeni mesaj ya da mail merakı ile sürekli e-maileri, mesajları, telefonu kontrol etme arzusu gittikçe daha fazla güçleniyor.

Telefon bagimlisiFazla, daha fazla, daha da fazla… İlginçtir ki yapılan son beyin tarama araştırmalarına göre beyin ödülü elde ederken değil beklerken daha fazla aktivite gösteriyor. Fareler üzerinde yapılan bir araştırmada dopamin nöronları yok edilmiş farelerin yürüyebildiği, çiğneyebildiği yutabildiği fakat yiyeceği yanındayken bile açlıktan ölebileceği görülüyor. İsteme ve beğenme, hazzetme birbiri ile bağlantılı olduğu halde, araştırma dopamin sisteminin doygunluk hissi veremediğini gösteriyor. Yani dopamin sistemi “daha fazla daha fazla” diyerek, aradığınızı bulsanız bile daha da fazlasına yönelmenize neden oluyor. Kaç defa aradığınız bilgiye Google’da kolayca ulaştığınız halde kendinizi yarım saat sonra halen o bilginin peşinde daha fazla bilgiyi ararken buldunuz?

Anahtar: Öngörülemezlik. Dopamin ayrıca öngörülemezlik tarafından uyarılıyor. Tam olarak tahmin edilemeyecek bir şeyin olması dopamin sistemini aktive eder. E-maillerimiz, twittlerimiz ve mesajlarımızın ne zaman ya da kimden geleceğini tam olarak bilemeyiz. Öngörülemez. Bu da tam olarak dopamin sistemini uyaran bir durumdur.

Pavlovcu ipuçları. Dopamin sistemi özellikle bir ödül geleceğine dair ipuçlarına karsı hassastır. Eğer bir şey olacağına dair küçük spesifik bir ipucu varsa, dopamin sistemi ateşlenir. Böylece mail ya da mesaj geldiğinde bir ses ya da görsel bir ipucu varsa bağımlılık etkisini artırabilir.

140 karakter daha bağımlılık yapıcıdır. Dopamin sistemi, gelen bilgi az ise tamamen tatmin etmediği için daha fazla aktive olur. Kısa mesajlar ya da twittler dopamin sistemini şiddetlendirmeye gayet uygundur.

Dopamin döngüsünün yoruculuğu. Dopamin sisteminden gelen sürekli bir uyarılma yorucu olabilir. Sürekli dikkati bu yöne doğrultma asıl yapılacak olan işleri başarmayı zorlaştırabilir. Peki dopamin döngüsünden kurtulmak için ne yapılabilir? İlk sırayı alması nasıl engellenebilir

internet bagimlisiİpuçlarını kaldırın. Dopamin döngüsünü durduracak ya da önleyecek en önemli etken ipuçlarını kaldırmak. Telefon ve bilgisayarınızda yeni gelen mesajların otomatik uyarılarını kaldırabilirsiniz. Otomatik uyarı sistemleri son derece işlevsel olsalar da aslında sizi kafeste bir fare konumuna da sokabilir. Eğer bulunduğunuz ortamda çalışmalarınıza tam olarak konsantre olmak istiyorsanız, görsel ve işitsel ipuçlarını mümkün olduğunca kapatmalısınız. Dopamin döngüsünü önleyecek en önemli yol bu.

Çeviri: ruhdoktoru.com

Referans: Kent C. Berridge and Terry E. Robinson, What is the role of dopamine in reward: hedonic impact, reward learning, or incentive salience?: Brain Research Reviews, 28, 1998. 309–369.

Older Posts »

Kategoriler