Gönderen: Ruhdoktoru | Nisan 17, 2014

Her Başarılı Grubun Arkasında da Kadınlar Var

 

grup basarisiHer başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır sözünü hepimiz biliyoruz. Yapılan bir araştırmayla her başarılı grubun arkasında da bir kadın olduğu ortaya çıktı. Araştırma sonuçlarına göre, grup içinde kadınların bulunması grubun karmaşık problem çözme yeteneğini olumlu yönde etkiliyor. Araştırmacı Anita Wiliams basarılı grupların, üyelerinin bireysel zeka ortalamalarından ayrı bir zekayla olan bağlantısını (kolektif zekâ) inceliyordu.

Araştırma ekibi yaklaşık 700 kişiye IQ testi uygulayıp rastlantısal yöntemle (en az iki en fazla 5 kişilik) gruplar oluşturdu. 192 grubun hepsi müzakereden yapboza ve karmaşık problem çözümlerine kadar çeşitli görevler üzerinde birlikte çalıştılar. Neredeyse tüm görevler yaratıcı düşünmeyi gerektiriyordu. Çalışma sonucunda grubun ortalama zekâsı ve görevlerinde gösterdikleri performans arasında az bir ilişki olduğu ortaya çıktı. Ayrıca, grubun birbirine bağlılığı, motivasyon ve tatminin kolektif zekayla korelasyonu bulunamadı. Grubun performansını en çok etkileyeceğini düşündükleri kolektif zeka ile başarı arasında da korelasyon bulunamadı. Performansı etkileyen faktörler derinlemesine analiz edilince, sürpriz belirleyici etkenler bulundu:

Bilgiyi özgürce paylaşabilme. İlk olarak kendi içinde tartışmaya daha açık olan grupların daha iyi performans sergiledikleri ortaya çıktı. Daha özgürce bilgiyi paylaşan ve de bir ya da iki bireyin dominant olduğu gruplarda skorlar daha yüksek.

Sosyal hassasiyet. İkinci olarak ise, sosyal hassasiyete sahip grupların daha başarılı olduğu bulundu. Grup bireylerinin fikirlerini dikkate alan, kendi düşüncelerini kabul ettirmek yerine sorular sorup ortak nabzın tutulmaya çalışılması performansı artırıyor.

Kadın üye sayısı. Ve son olarak, ne kadar kadın üye varsa grupların o kadar başarılı olduğu bulundu. Çalışmanın başında cinsiyet farklılığının etkisine bakılmak amaçlanmasa da, sonuçlarda gruplardaki kadın sayısı ve grup başarısı arasında pozitif korelasyon olduğu dikkat çekti.

kadin zekasiNeden kadınlar başarıyı artırır?

Kadın sayısının başarıyı artırması, grup performansının belirleyicisi olan sosyal hassasiyetin artmasıyla ilişkilendirilebilir. Ayrıca kadınların grupta bulunması daha fazla soru sorulmasına ve daha kolektif tartışmalara sebep olabilir. Birçok araştırma kadınların erkeklerden daha fazla sosyal hassasiyete sahip olduğunu gösteriyor.

Eğer birlikte çalıştığınız grupla, problemler karsısında çaresiz kalıyor ve yolun tıkandığını hissediyorsanız şöyle bir çevrenizi gözden geçirin: yeterince kadın var mı?

Kaynak: Psychology Today

Çeviri: ruhdoktoru.com

Gönderen: Ruhdoktoru | Şubat 8, 2014

Anksiyetede Aile ve Arkadaş Desteği

anksiyete sosyal destekBir önceki yazımda bloğuma yaptığınız bir yorumdan esinlenmiştim. Bu yazıyı da yine bir yoruma cevap niteliğinde kaleme almak istiyorum. Daha interaktif bir yol izlemiş olalım. Yorumu yapan hanım, yakınının anksiyete teşhisiyle ilaç ve terapi almaya başladığını; yakınları olarak kendisine nasıl destek ve yardımcı olabileceğine dair bir soru sormuştu. Kendisine duyarlı olduğu için teşekkür ediyorum, umarım yazı birçok kişi için faydalı olur.

Aile ve arkadaşların desteği tedavi aşamasında çok önemlidir, fakat tedavinin kendisi değildir. Sosyal desteği verecek kişilerin hastalık ve tedavi hakkında temel bilgi sahibi olması faydalı olur. Ayrıca bazı rahatlatma teknikleri de öğrenilebilir.

Anksiyete (kaygı) hakkında bilinmesi gerekenler

Anksiyete kişiyi çevresine karsı kapatabilir, izole edebilir. Bu durum çevresindekiler için de mücadele dönemidir. Güçlü olmak istenir ki yardım edilsin. Yardım etmek istenir fakat ne şekilde, nasıl yaklaşılması gerektiği bilinemez. Unutmamalı ki, anksiyete fiziksel bir durum değildir, mantık ve muhakeme ile çözülecek bir şey de değildir. Diğer hastalıklar gibi anksiyete için de özel bir tedavi gereklidir. Anksiyete yaşayan yakınlarınıza destek olabilmeniz için gerekli bir kaç nokta sıralayalım:

  • Empati kurun. Yakınları olarak yapılacak ilk ve en önemli şey, karşınızdakinin anksiyete ile nasıl yasadığını anlamaya çalışmak yani empati kurmaktır. Şunu bilmelisiniz ki; anksiyete bozukluğu, bazen bizim de karşılaştığımız (patronun karşısına çıkmadan ya da sınavlardan önce yaşadığımız) gibi bir anksiyete değil. Daha komplekstir ve daha az kontrol edilebilir.
  • Yargılamadan dinleyin. Anksiyete yaşayan yakınınıza, sizinle açıkça konuşabileceğini söyleyin. Onun düşüncelerini/hislerini değiştirmeye kalkmadan  ve en önemlisi kendisini yargılamadan dinleyen birinin varlığı onlar için çok mühim. Bazı korkularını tekrar ve tekrar dinlemek zorunda kalsanız da (korku ve düşünceler genellikle birbirinin aynısıdır) onunla empati yapan birinin olması çok önemli.
  • Onlara kızmayın. Unutmayın ki anksiyete bozukluğu sadace düşünceyle ilgili değildir (kimyasal yanı da var). Onları zor durumda bırakan anksiyeteye neden olan düşüncelerden ziyade kendilerine engel olamamaları. Onlardan mantıklı bir şekilde kendilerini kontrol etmelerini beklemek yanlış olur (ve mümkün de değil).
  • anksiyete kaygiBirlikte vakit geçirin. Olabildiğince kendileriyle vakit geçirmeye çalışın. Etrafında olmanızın sandığınızdan daha fazla yararı olacaktır (kendileri bile bunun farkında olmasa bile).
  • Kendilerine anksiyetelerini sormayın. Örneğin panik atağı olan birine “panik atağın ne durumda?” diye sorarsanız,  o kişiye istemeden bunu düşündürmüş ve belkide siz bir atağı tetiklemiş olursunuz. Bırakın anksiyete konusunda kendisi size gelsin.
  • Size her zaman ve her yerde ulaşabileceğini söyleyin. Telefonda kendisini dinleyen ve istediğinde kendisini alabilecek birinin varlığını bilmek inanılmaz derecede rahatlatır. Anksiyete kişiye tek ve yalnızlık hissi verir. Telefonla bile olsa birine ulaşabilme düşüncesi anksiyeteyi azaltır.
  • Affedici olun. Daha önce de vurgulamıştık ki; anksiyete nörokimyayi bir şekilde değiştirir. Bu sebeple kişi çevresindekilerden çok daha kolay irite ve rahatsız olabilir. Sizin mimiklerinizden dahi yanlış anlamlar çıkartabilir. Bu durumun kontrolü anksiyetesi olan bir kişi için zordur. Kırıldığınızda ya da kızdığınızda kendi üzerinize alınmamaya çalışın. En ideali elinizden geldiğince affedici olun. Bırakın sizi her zaman kendisini anlayan, yargılamayan biri olarak bilsin.
  • Dışarıda hoşlanacağı aktiviteleri yapın. Alkolden uzak ortamlarda bulunun (çünkü alkolün tedaviyi gerileten özelliği vardır). Egzersizin kendisinin anksiyeteye iyi geldiği bilinir. Yeni hatıralar oluşturmak stresli hayatla mücadele eden biri için yardımcı bir etkiye sahiptir.
  • Ümitli olmaktan vazgeçmeyin. Anksiyete tedavi edilebilir bir durumdur. Hayatınızdaki bu kişi her zaman bu şekilde kalmayacak. Tedavi edilebileceğine inanın. Bazen sonsuza kadar bu şekilde sürecek gibi gelse de, unutmayın anksiyete en tedavi edilebilir kondisyonlardan biridir.
  • Kendiniz gibi olun. Olduğunuzdan farklı bir kişi olmanıza gerek yok, bunu yakınınız da istemez. Aslında anksiyetesi olan bu kişi için yardım etmenin bir yolunu arıyorsunuz ve bu da sizi o kişi için önemli kılmaya yeter. Pozitif olun, eğlenmeye çalışın, arkadaşınızın ya da ailenizin bu üyesinin sevdiği bir insan olun.

  Kaynak: CalmClinic

  Çeviri: ruhdoktoru.com

Gönderen: Ruhdoktoru | Şubat 5, 2014

Yoksa Yanlış Mı Karar Verdim?: Evlilik Öncesi Sendromu

evlilik oncesi sendromEvlenecek çiftleri doğru yönlendirecek kişilere/kaynaklara çok ihtiyaç olduğunu bir kez daha anlamış oldum. Geçen günlerde bloğuma gelen bir yorum üzerine bu konuyu ele almaya karar verdim. Evlilik öncesinde yaşanılan strese bağlı verilen saglıksız kararlar, ardından yaşanan mutsuzluklar ve kaygılar..

Evlilik hayatımızın en önemli dönüm noktalarından biridir. Hayatı paylaşacağımız insanı seçmek ve bu konuda hem kendimizi hem de eş adayımızı hayal kırıklığına uğratmamayı istemek çok normal ve de gerekli bir davranış. Verilen bu önemli karardan sonra birçok gelin ve damat adayının karşılaştığı bir durumu da gözardi etmemek gerek: Evlilik Öncesi Sendromu.

Evlilik öncesi döneminde birçok stresli karar, masraf, beklenti ve yeni roller adayları bekler. Stres ve kaygıyı etkili bir biçimde yönetebilmek, bu anın siz ve partneriniz için daha pozitif bir zaman olmasını sağlar. Evlilik öncesindeki bu süreçte adaylar daha da yakınlaşmak ve samimiyet kurmayı ister. Aşırı stres bu hedefi engellediği gibi, adaylara bazı şüpheler ve yanlış kararlar getirebilir.

Acaba evlilik yolunda ilerlemeli miyim?

Evlilik öncesi sendromu, adayları negatif düşüncelere sevk eder. Unutmayın ki bu aşamada yasayacağınız deneyimlerin, aranızdaki ilişkiyi daha iyi tanıma ve gelecekteki yaşantınızı anlama adına öğretici etkisi olacak. Bu aşamada yaşanabilecek bazı durumları ve küçük ipuçlarını ele alalım:

Bu kişi benim için doğru mu?

Bu kişi benim için doğru mu? Hayatımın her anında yanımda olabilecek mi? Bundan sonraki hayatımı onunla geçirebilecek miyim? Bu sorular belkide gelin ve damat adayının ilk etapta aklına gelebilecek sorular olacaktır. Bu soruları, ‘belki de dışarıda daha iyi bir aday vardır’ düşünceleri takip edebilir. Tüm bu düşünceler altında geceleri uykularınız kaçabilir. Yanlış ve acele bir karar vermeden ve düğünü iptal edip pişman olmadan önce dikkatlice düşünmelisiniz.

İdeal eş kriterleri

İyi düşünebilmenize yardımcı olmak için idealinizdeki eş adayının kriterlerinizi yazıp, şu anki adayın özellikleriyle karşılaştırabilirsiniz. Yüzde elli oranında örtüşüyorsa, adayın hayalinizdeki eşin bir versiyonu olduğunu düşünebilirsiniz. Unutmayın ki bu dünyada hiç bir şey mükemmel değil (siz dahil!). Aday çok beklediğiniz gibi olmasa da kim bilir, belki de asıl size iyi gelecek olan onun gibi bir eştir.

Elveda özgürlük!

Evliliğe yaklaştıkça artan bir diğer kaygı da, artık eskisi gibi özgür olamayacağınız duygusu. Eskisi gibi maaşınızı kişisel tercihinize göre harcayamayacak ve eskisi gibi özgür ve sorumsuz olamayacaksınız. Bu düşünceleri lütfen aklınızdan çıkarın. Evlilik sizin ve eşinizin hayatını değiştirecek ve yeni sorumluluklar getirecektir. Fakat bu yeni hayatınızda, sizinle bu yolu birlikte yürüyen, sizden desteğini esirgemeyen ve sizi seven bir eşiniz olacağını da unutmayın. Hayatınızın en önemli ve de vazgeçilmez küçük sorumluluklarından (çocuklarınızdan) bahsetmiyorum bile! İşte o zaman hayatınızın daha anlamlı olduğunu göreceksiniz.

Danışma

Bu süreçte sağlıklı karar vermenize yardımcı olabilecek, objektif ve tecrübeli insanlara danışabilirsiniz. Onların tecrübelerinden sandığınızdan fazla yardım görebilir ve bu sureci içiniz daha rahat geçirebilirsiniz.

Sonuç

Evliliğin pozitif yönlerine bakın. Ve unutmayın bundan sonra yalnız değilsiniz. Tüm zorlukları birlikte aşabileceğiniz bir arkadaşınız, hayatın acı ve mutlu tüm anlarını paylaşacağınız bir partneriniz, sizi sizden başka düşünen ve seven bir eşiniz olacak.

Evliliğin hayatınızda yepyeni güzel bir sayfa açması, ve mutluluklarla dolu bir yaşam getirmesi temennisiyle…

ruhdoktoru.com

bebeklerin dil gelisimi

Okula henüz başlamış olan çocukların farklı dil becerilerine sahip oldukları görülür. Bu erken dönemdeki farklılık çocuğun okul performansında önemli bir etkiye sahip olabiliyor, çünkü öğretmenler eğitimi ve talimatların çoğunu konuşarak vermekte. Peki bu erken dönemdeki farklılık nereden geliyor?

Erken dil gelişimi

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki çocukların erken dil gelişimi üzerinde bebeklik döneminde duyduğu kelime sayısının anlamlı bir etkisi var. Onun bulunduğu ortamda kendi aralarında ya da doğrudan kendisiyle konuşulan bebeklerde konuşmayı anlama ve kelime öğrenme yeteneği daha çok gelişiyor.

Psikoloji Bilimleri Dergisi (Psychological Science) Kasım 2013 sayısı Adriana Weisleder ve Anne Fernald’in Amerika’daki sosyo-ekonomik durumu düşük İspanyol ailelerinin çocukları üzerinde yaptığı bir araştırmaya yer verdi. Araştırmada en az bir gün boyunca ses kayıt cihazı giyebilen 19 aylık bebekler yer alıyor. Çoğu bebek birkaç gün boyunca bu cihazı takmış olup, en uzun kayıtlar değerlendirmeye alınmakta.

Yazılım sayesinde kayıtlar incelenip, gün boyu bebekler karşısında konuşulan kelimeler analiz ediliyor. Ayrıca araştırmacılar tarafından direkt bebekle mi konuşulduğu ya da kelimelerin sadece bebeğin duymuş oldukları mı olduğu belirleniyor.

Bebeklerin hem 19 aylık hem de 24 aylıkken konuşmayı anlamadaki verimlilikleri ölçülüyor. Bu ölçümlerde bebekler ekran önüne oturtulup sık karşılaşılan bazı resim çiftleri gösteriliyor (örneğin köpek ve top). Resimlerden birinin adı söylenip bebeğin doğru eşleşen nesne ile ilgili göz temasının ne kadar hızlı olduğuna bakılıyor. Ayrıca ebeveynler bebeklerinin 24 aylıkken sahip olduğu kelime dağarcığını değerlendirmek üzere kontrol listesi kullanıyor.

Bu örneklem üzerinde bebeklerin duydukları kelime sayısı arasında çok büyük farklılık görülüyor. Bazı bebekler günde iki binden az kelime duyarken, bazıları on beş binden fazla kelime duymakta. Ayrıca çocukla direkt konuşulan kelime sayısında da büyük farklılıklar var. Gün içinde bebeğiyle direkt binden az kelime ile konuşan aileler olduğu gibi on binden fazla kelime konuşulanlar da mevcut.

Araştırma sonuçlarına göre; 19 aylıkken bebeklerle konuşulan kelime sayısının, 24 aylıkken sahip olduğu kelime dağarcığıyla ilgili önemli bir belirleyiciliği var. Ayrıca bebekle konuşulan kelime sayısının bebeğin resimleri ne kadar hızlı ve etkin bir biçimde tanıyabildiğiyle de anlamlı ilişkisi var.

okulda basari icin bebekken konusunSonuç

Erken dönemde kazanılan dil deneyimi zamanla kendini devam ettiriyor. Sadece fazla kelime duyan bebekler dili daha iyi anlamakla kalmıyor,  ayrıca daha erken kelimeleri seslendirmeye ve konuşmaya başlıyor. Bebekler ne kadar erken konuşursa, yetişkinler de o ölçüde daha fazla kendileriyle konuşuyor, iletişime geçiyor ve böylece çocuklarda erken dil yeteneği zamanla daha da güçleniyor.

Bu çalışma çocuklar için zengin dil ortamının önemini göstermekte. Hızlı bir şekilde gelişen bebek beyni, çevrede neler olup bittiğinden oldukça etkilenmekte. Zengin dil çevresinde yetişen çocukların dil yetenekleri daha çabuk ilerler. Ve okula başladıkları dönemde çocuklar için önemli bir avantaja dönüşür.

Kaynak: Psychological Science

Çeviri: ruhdoktoru.com

Gönderen: Ruhdoktoru | Eylül 8, 2013

Zor ve Agresif İnsanlarla Başa Çıkma Yöntemleri

agresif insanlarHepimizin hayatında geçinmesi zor insanlar vardır. İş yerinde, sokakta hatta işin kötüsü evinizin içinde bile zor karaktere sahip insanlarla muhatap olmanız gerekebilir. Uyumlu insanlarla herkes geçinebilir, asıl maharet zor insanlarla bile anlaşabilmenin bir yolunu bulabilmektir.

İnsan ilişkilerinde başarılı olabilmek için önce kendinizi iyi tanımalı, sınırlarınızın farkında olmalı ve ona göre adım atmalısınız. Karşı tarafın “zor” olmasına rağmen aslında ellerinde fazla koz olmadığının bilincinde olun. Ya canlarını sıkan bir durumun acısını sizden çıkarmak isterler, ya da haksız olduklarını bildikleri için üste çıkmak isterler. İletişim kazalarında onların çizgisini bozmadığını(!), bildikleri gibi hareket etiklerini görürsünüz; fakat o esnada siz olayı iyi idare edecek enerjiye sahip değilseniz, sabrınızı öncesinde tüketecek durumlar yaşadıysanız sahadan can sıkıntısı ve kızgınlıkla birlikte yenilgi içinde ayrılabilirsiniz.

İşte sizlere yol gösterebilecek, zor insanlarla baş etme yolları:

1.    Soğuk Kanlı Olun

Faydaları: Kontrolünüzü sürdürme. Problemin girdabından uzaklaşma.

Nasıl: Mantıklı olmaktan uzak kişilerle karşılaştığınızda ilk kural, kontrolünüzü sürdürme ve soğuk kanlılığınızı devam ettirmedir. Ne kadar tepkisiz kalırsanız, durumu daha iyi muhakeme edersiniz.

Kendinizi kızgın ya da hayal kırıklığına uğramış hissettiğinizde, sonradan pişman olacağınız şeyler söylemeden derin bir nefes alin ve içinizden 10’a kadar yavaşça sayın. Çoğunlukla 10’a geldiğinizde, daha iyi baş etmenin bir yolunu bulursunuz ve problemi tırmandıracağınıza şiddetini yumuşatmış olursunuz. 10’a geldiğiniz halde durumunuz değişmediyse, mümkünse durumun dışına çıkın ve sakinleştikten sonra tekrar konuya dönün.

2.    “Kartal gibi Uçun”

Faydaları: Zihniniz daha rahat. Kırılganlık riski daha az.

Nasıl: Hayatınızdaki her insan tartışmaya değmez. Zamanınız kıymetlidir, o an yapacak daha önemli bir işiniz yoksa bile değişmemekte inat eden negatif insanları değiştirme ve ikna etme çabasına girmeyin. Bir başka deyişle: “Yerdeki tavuklarla vakit harcarsanız, gökte kartallar gibi uçamazsınız”. Bu demek değildir ki kendimizi tüm insanların üstünde, daha kıymetli görelim. Sadece kendi huzurunuz için zor bir meslektaşınızla ya da sizi kızdıran bir akrabanızla karşılaştığınızda diplomatik olun ve ihtiyaç duyduğunuzda burada yer alan ip uçlarından bazılarını uygulamaya çalışın. Diğer zamanlarda, aranıza sağlıklı bir mesafe koyun.

3.    Reaktif (Tepkili) Olmaktan, Proaktifliğe Geç

Faydaları: Yanlış yorumlama ve anlamaları azaltır. Enerjinizi problemi çözmeye harcar.

Nasıl: Karşınızdakine söylediklerinden ya da davranışlarından dolayı kırgın/kızgın hissederseniz, reaksiyon vermeden önce en az iki ihtimalide düşünmeye çalışın. Örneğin, iş arkadaşınızın mesajlarınızı görmezden geldiğini düşünmeye hevesliyseniz bile, onun meşgul olabilme ihtimalini de gözden geçirebilirsiniz. Eğer başkalarının davranışını kişiselleştirmekten kaçınırsanız, onları daha objektif değerlendirebilirsiniz. Bakış açınızı ne kadar geniş tutarsanız, yanlış anlaşılmaları o kadar aza indirebilirsiniz.

Bir başka kişiselleştirmeyi azaltmanın yolu da, kendimizi o “zor” karakterdeki kişinin içinde bulunduğu duruma bir an için koymak. Yani empati kurmak. Örneğin, muhatap olduğunuz kişiyi göz önünde bulundurup: “Böyle olmasaydı…kolay olmazdı” ile biten cümleler kurun.

“Çocuğum çok direnç gösteriyor. Böyle olmasaydı okul ve sosyal baskılarla başa çıkması kolay olmazdı.”

“ Patronum gerçekten çok talepkâr. İsteklerinin sonu gelmiyor. Böyle olmasaydı, bu kadar çok beklentiye sahip bir kurumda yöneticilik yapması kolay olmazdı.”

Eşim duygusal olarak çok mesafeli. Böyle olmasaydı duygularını belli etmeyen bir ailede yaşamak onun için kolay olmazdı.”

Empatik ifadeler, nahoş  tavırları hoş görmez. Buna eminiz. Asıl kaçırılmaması gereken nokta; kendinize, karşı tarafın bu olumsuz davranışlara kendi yaşamlarının/tecrübelerinin neden olduğunu ve sorunun pek de sizinle doğrudan ilgisi olmadığını hatırlatmak. Mantıklı ve makul olduğunuz sürece, başkalarının hoş olmayan tavırları onların söylediklerinden daha fazlasını söyler bize.

Kişiselleştirmeden uzaklaşarak, olayları daha objektif görebilir ve daha iyi çözüm yolları bulabiliriz.

4.    Savaştan Geri Çekilin

iletisim psikolojiFaydaları: Zamanı, enerjinizi ve moralinizi korur. Gereksiz problemlerden ve karmaşıklıklardan kaçınırsınız.

Nasıl:  Karşılaştığınız tüm zor insanlarla davranışları sebebiyle direkt yüzleşmek zorunda değilsiniz. Dahil olmamaya karar verebileceğiniz iki senaryo var. İlki karşılattığınız kişi geçici ve sizin üstünlüğünüz söz konusu ise. Örneğin, telefonun ucunda size yardımcı olma niyeti olmayan bir müşteri temsilcisi varsa, telefonu kapar kapamaz başka bir temsilciyle görüşüp öncekinin hakimiyetinden kurtulabilirsiniz.

Diğer bir durum ise; bir sonraki karşılaşma olacak ise, ve işinize yarayacak sonuçlar elde edecekseniz geri çekilebilirsiniz. Mesela sinirinizi bozan bir meslektaşınız varsa, ve çalıştığınız projede iyi bir analizciyse, sabretmeye değer. Unutmayın ki, çoğu “zor” insanın size kazandırdıkları olumlu nitelikler de vardır.

Her iki senaryoda da, zor durumun yüzleşecek kadar ciddi olup olmadığına siz karar vereceksiniz. İki kere düşünün ve eğer gerçekten mücadele etmeye değerse kolları sıvayın!

5.    Kişiyi Konudan Ayırın

Faydaları:  Kendinizi iyi insan ilişkileri olan güçlü bir problem çözücü olarak görebilirsiniz. Daha fazla yakınlık, iş birliği ve saygı elde edersiniz.

Nasıl: Her iletişim durumunda iki unsur sunulur: O kişiyle aranızdaki ilişki, ve de dile getirdiğiniz mevzu. Etkili iletişim becerisine sahip olanlar kişiyi konudan nasıl ayıracağını bilir, ve kişiye karşı yumuşak fakat konuya karşı ciddi ve net olur. Örnek verecek olursak:

“Aklında olan konuyu seninle konuşmak istiyorum. Fakat sen bu şekilde bağırırsan bunu yapamam. Ya oturur ve sakince benimle konuşursun, ya da biraz vakit geçirirsin öğleden sonra konuşuruz.”

“Bu projeye çok zaman harcadığınız için minnettarım. Aynı zamanda görüyorum ki yapılması gerekli olan on maddeden üçü halen bitmemiş. Bu işi tam zamanında nasıl bitirebileceğimizi konuşalım.”

“Bizimle gelmeni gerçekten çok istiyorum. Fakat son zamanlardaki gibi geç kalırsan malesef sen olmadan gitmek zorunda kalırız.”

İnsanlara karşı daha yumuşak ve nazik olursak, insanlar söylediklerimize daha çok kulak verir. Mevzuda keskin ve net bir tablo çizersek kendimizi güçlü bir problem çözücü olarak göstermiş oluruz.

6.    Işıkları Onun Üzerinde Tutun

Faydaları: Proaktif. İletişimde güç unsurunu dengelersiniz. Zor davranışları azaltmak için yeterli baskılar uygulanır.

Nasıl: Geçimsiz insanlarda (özellikle agresif olanlarda) genel gidişat şu şekildedir: karşısındakine kendini rahatsız ve yetersiz hissettirerek dikkat çekmeye çalışmak. Tipik olarak hızlıca  sizde ya da yaptıklarınızda  yanlış giden bir şeyler olduğunua işaret ederler. Problemi çözmek yerine, “yanlış” olana odaklanırlar.

Bu tür iletişim şekillerinde genellikle mevzuyu çözmek yerine, daha baskın olmaya ve kontrolü ellerinde tutmaya çalışırlar. Eğer savunmaya geçerek tepki verirseniz, sizi ağına düşürmüş ve daha fazla güç sahibi olmuş demektir. Bu dinamiği değiştirmenin basit ve güçlü yolu ise ışıkları onun üzerine çekmek ve bunu yapmanın en kolay yolu da onu soru yöneltmektir. Örneğin:

Agresif kişi: “Senin önerdiğin şey, senden istediğimin yanından bile geçmedi.”

Yanıt: “Yapmak istediklerinin sonuçlarını açıkça düşündün mü?”

Agresif kişi: “Zırvalıyorsun”.

Yanıt: “Eğer böyle saygısızca davranacaksan seninle daha fazla konuşmayacağım.  İstediğin bu mu? Bileyim ki ona göre kalayım ya da gideyim?.”

Yapıcı ve araştırıcı sorular sormaya devam edin. Işıkları onun üzerinde tutarak, üzerinizde tutmaya çalıştığı aşırı etkiyi azaltmaya yardımcı olun.

7.    Mizah Kullanın

Faydaları: Doğru şekilde kullanıldığında mantıksız ve zor davranışları zararsız hale getirir. Tarafsızlığınızı gösterir. Tepkili olmaktan uzak durmanızı sağlar. Problem geri planda kalır.

Nasıl: Mizah çok güçlü bir iletişim aracıdır. Soğuk rüzgârları bir anda yumuşak meltemlere döndürebilir. Yaşanmış bir olay ile örnek verelim: Bir gün iş arkadaşına “Merhaba, nasılsınız?” diyen bir hanım, karşı tarafın onun selamlamasını görmezden gelmesinin üzerine savunmaya geçmiyor. Onun yerine doğal ve biraz da alaycı bir şekilde gülümseyip: “Demek o kadar iyi, ha” diyor. Bunun üzerine buzlar kırılıyor, ve karşı taraf gülümseyerek cevap veriyor ardından konuşmaya başlıyorlar. Ustaca.

Gerektiği şekilde kullanıldığında mizah ışığıyla gerçeği aydınlatabilir, zor davranışları etkisiz hale getirebilir ve sakinliğinizin üstünlüğünü gösterebilir.

8.    Takip Etmekten Yönlendirmeye Geçiş

Faydaları: Yönü belirler ve iletişim o doğrultuda akar.

Nasıl: Genelde iki kişi arasındaki iletişimde, biri her zaman yönlendirici diğeri ise takip edici olur. Sağlıklı bir iletişimde bu durum sırayla kişiler arasında yer değiştirir. Fakat bazı zor kişiler her zaman liderliği elinde tutmak ister ve negatif bir ses tonuyla aynı şeyi tekrar ve tekrar seslendirirler: “yanlış olan ne?”.

Bu davranışa konuyu değiştirerek basitçe son verebilirsiniz. Daha önceden bahsettiğimiz şekilde, konuşmayı yönlendirecek sorular sorabilirsiniz. Ya da “Bu arada..” diye başlayarak yeni konular da açabilirsiniz. Bu şekilde liderliği ele geçirmiş ve daha yapıcı bir ortamı kurabilme imkânına sahip olmuş olursunuz.

9.    Zorbalarla Karşı Karşıya (Güvenli bir şekilde)

Faydaları:  Zarar verici davranışları azaltır ya da ortadan kaldırır. Güveni ve huzuru artırır.

Nasıl: Kabadayılarla ilgili aklınızda tutmanız gereken en önemli şey; daha güçsüz olanlara sataşırlar, pasif ve şikâyet edici konumda kalmaya devam ederseniz hedefi olmaya da devam edersiniz. Bir çok zorba iç dünyasında oldukça korkaktır.

Kurbanları direnmeye ve ayakları üzerinde haklarını savunmaya başladığında geri adim atacaklardır. Bu durum okul ortamında da, sokakta ya da iş yerlerinde de aynıdır.

“İnsanlar kendilerini pek sevmediklerinde, bunu telafi etmeliler. Klasik kabadayıların aslında ilk kurbanları kendileridir.” –Tom Hiddleston

“Bazı insanlar başkalarının başını keserek uzun görünmeye çalışırlar” – Paramhansa Yogananda

Zorbalarla karşılaştığınızda, kendinizi güvenli bir şekilde koruyabilecek bir konuma aldığınızdan emin olun. Karşınızda dimdik ayakta duruyorsa, uygun olmayan davranışlarına karşı diğer insanların tanık ve gerekirse destek verebilecekleri bir pozisyonda olun. Fiziksel, sözel, ya da duygusal istismar durumlarında, idari ve hukuksal konularda uzmanlara danışın. Onların karşısında ayakta durabilmek çok önemlidir, ve bunu yalnız yapmak zorunda da değilsiniz.

10. Sonuçları Belirleyin

Faydaları: Reaktif değil proaktif. Güç dengesi değişir. Makul şekilde uygulanırsa, saygı ve iş birliği elde edilir.

Nasıl: Ortaya çıkacak muhtemel sonuçları belirlemek ve ileri sürmek, zor insanlara geri adim attırabilecek en önemli etkenlerden biridir. Ektili bir şekilde telaffuz edilmiş sonuçlar zorlu bireyi durdurur ve tıkanık tavırlarının yerine iş birliğine mecbur hale getirir.

Sonuç olarak, mantıksız ve zor insanlarla geçinebilmek gerçekten de iletişim sanatı icra etmektir. Bu becerileri kullanarak, daha az keder, daha fazla güven, daha iyi ilişkiler ve yüksek iletişim cesaretine sahip olabilirsiniz. Başarıya giden yolda kendinizin liderisiniz!

Çeviri: ruhdoktoru.com

Kaynak: Ni, P. C. (1999). How to Communicate Effectively and Handle Difficult People. N.Y.: Allyn & Bacon.

Gönderen: Ruhdoktoru | Haziran 26, 2012

Çocuklarınıza Vermek İstemediğiniz Mesajlar

Birçok ebeveyn çocuğuna, “beceriksizsin”, “kendine hiç güvenme” demeyi hiç düşünmez, asla aklından bile geçirmez. Ancak; çocuklar yeterince hassas, duyarlı oldukları ve onlarla olan ilişkilerimizden ötürü derinden etkilenebildikleri için bazen en iyi niyetli söz ve eylemlerimizden, bu gibi gizli mesajları duyabilirler.

Altını çizdiğimiz mesajların çoğu şüphesiz ki pozitiftir: “Kazara sütü dökmeme rağmen annem bana karşı ne kadar sabırlı; sanırım ben ne yaparsam yapayım beni seviyor.”

Fakat diğerleri iyi niyetli olmasına rağmen daha az güven artırıcı olabilir: “Annem oyun hamuruyla çok şey yapabilir. Ben bu şeyleri yapamam, o halde izin vereyim de o yapsın.”

İşte çocuklara bilinçli olarak vermek istemediğimiz halde, bizden aldıkları en yaygın olumsuz mesajlar:

Becerikli Değilsin

Birçok anne babaya göre çocukları için bir şeyleri düzeltmek, onların mücadele etme ya da bocalamasına izin vermekten daha kolay gelir. Onlara iyilik yaptığımızı düşünürüz oysa ki durum düşündüğümüzden daha farklı algılanır. Örneğin; bebeğinizin topu sandalyenin altına yuvarlandığında alıp kendisine geri verdiğinizde, ya da beşinci sınıfa giden çocuğunuzun matematik problemlerini siz çözdüğünüzde, yolladığınız mesaj gayet nettir: Kendi başına bunu yapamazsın!

Peki bu gibi durumda ne yapılmalı?

İzleyin,  bekleyin, çocuğunuzun mücadelesini ve hislerini onaylayın; eğer bu hisler yükselişe geçerse, minik bir yardım makul olabilir. Az önceki örneğin üzerinden gidecek olursak; bebeğinizin topu için sandalyeyi biraz hareket ettirip kendisinin almasını sağlayabilirsiniz, matematik problemleri için ise çocuğunuza çözebilmesine yol gösterecek sorular sorabilirsiniz. Böylelikle çocuğunuzun basarisini elinden almamış olacaksınız.

Duygularına Hiç Güvenme

Çocuğunuz tökezlediğinde, ağladığında, güvenli olduğunu bildiğimiz bir şeye korkuyla tepki verdiğinde, ya da onu kendisine göre açıklanamaz gördüğünde onları rahatlatmak için ayni şeyler söylenir: “ Tamam geçti, önemli bir şey değil. Shhhh.” Hatta: “Yeter artık” ,“Kes şunu”.

Oysa ki o esnada çocuk kendini iyi hissetmiyordur. İncinmiştir. Üzgündür. Ve ona rehberlik eden, en güvendiği kişi -annesi- ona hissettiği şeyleri hissetmemesi gerektiğini söylüyor. Bu durum onun için yeterince kafa karıştırıcıdır.

Çocuğun göz yaşı ya da kızgınlığının kendinizi rahatsız hissettirmesine rağmen, böyle bir durumda verebilecek en doğru mesaj şudur: “hissettiklerin sadece birer histir”. Ve onları kontrol edemeyiz, hepsi kabul edilebilir ve geçerlidir. Sağlıklı bir duygusal gelişim ve kendilik hissini teşvik etmek için derin bir nefes almayı denemeli ve konuyla ilgili çocuğun duygularını ve doğrularını kabullenmeye çalışmalıyız.

Yeterli Değilsin

Çocuklar, onların ileriye yönelik gelişmelerini teşvik ederken (hatta biraz iteklerken) bile, bu mesajı alırken oldukça hassastır. Bu bazen bebeğimizin oturmasına , ayağa kalkmasına, yürümesine, “yardımcı” olduğumuzda başlar. Halbuki onlar bağımsız olarak (ortalıkta yatsalar bile) hareket etmekten oldukça mutludur. En başından itibaren bizim işimizin sadece biraz “itmek” olduğuna inanmamız gerekiyor.

Ailelerin karşılaştıkları en büyük zorluklardan birisi de çocukları hangi durum ve konumda ise o şekilde onları yürekten kabullenmek ve bununla keyiflenmek. Bunu yapmalıyız çünkü aynı oranda çocuklarımız gelişecek, büyüyecek. Yarın yeni şeyler yapıyor olacaklar, belki de birkaç dakika içinde..

Çeviri: ruhdoktoru.com

Kaynak: ehow.com 

Gönderen: Ruhdoktoru | Haziran 3, 2012

Erkekleri Sessizliğe İten 5 neden

Kadınları anlamanın zor olduğu söylenir. Halbuki erkekleri de her zaman anlayabildiğimizi söyleyemeyiz. Çiftlere sorduğumuzda genelde iki taraf da aynı şeyden yakınır; erkekler kadınların gereğinden fazla konuştuğunu, kadınlar ise erkeklerin sözlü iletişim kurmakta eksik olduğunu söyler. Kadınların daha çok konuştukları bilinse de, bazı araştırmalar bunun çok da doğru olmadığını gösteriyor.

“Ben konuşuyorum, problemlerimizi çözmek için çaba sarf ediyorum, fakat onun yaptığı tek şey var: susmak!”

Evet birçok erkek bunu yapar. Yemekten sonra, salonda otururken, arabanın içinde, hatta siz annesi hakkında tartıştığınız zaman bile! Ve özellikle yaşanılan bir problem varsa,  susma hakkını kulanmaya en yatkın olanlar erkeklerdir. Kadınlar ise genelde sorun hakkında konuşmayı tercih eder.

Şunu da belirtmek gerekir ki, erkekler konuşmak istediklerinde kadınların biraz geri çekilmeleri gerekir. Fakat dürüst olalım: iletişim konusundaki isteksizlik ağırlıklı olarak erkek davranışıdır.

Peki bunun altında yatan neden nedir?

Eğer erkeklerin sessizliği bir sorun olarak görülüyorsa, yapılması gereken ilk şey onları anlamaya çalışmak. Bu konuda yardımımıza koşan Psychology Today, erkekleri sessizliğe iten 5 nedeni incelemiş:

 1Erkekler Konuşmaya İnanmıyor

Belki de bu sebep, erkeklerin sessizliğinin en temel nedeni. Birçok erkek, ilişkilerinin dinamiklerini tartışma esnasında dezavantajdadır, çünkü genelde kadınlar bu konuda daha idmanlıdır. Kadınlar ilişkileri hakkında konuşma konusunda erkeklerden daha fazla istekli olur.

Bir diğer dezavantaj da, erkeklerin bir konu hakkında tartışmayı daha kadınsı bir davranış olarak düşünmesi. Ve eğer kadınların tartışmalarına fazla dahil olurlarsa, alay konusu olabileceklerini düşünüyorlar. Bu tip kökleşmiş cinsiyet kurallarını (gender rules) yıkabilmek bir hayli zor görünüyor.

2. Fırsat Verilmediğini Hissetme

Erkeklerin birçoğu,  kız arkadaşlarıyla ya da eşleriyle tartıştıklarında kendilerini daha haksız hissettiklerini itiraf ediyorlar;

“Tartışmaya o hazırlıklı geliyor, fakat ben değilim. “

“Her söylediğimi ve yaptığımı hatırlıyor gibi görünüyor. Benim zihnim böyle çalışmıyor.”

“Konuşup bir sonuca vardığımızı düşündüğüm konuları tekrar önüme getiriyor. Buna karşı nasıl kendimi savunurum bilemiyorum.”

Bu tip erkekler, ağızlarından çıkan her kelimenin kendilerinin başını derde sokacağına inanır. Konuşmak onları eleştiriye ve utanma duygusuna karşı daha savunmasız hissettirir, bu sebeple  de kendilerince en mantıklı şeyi yaparlar: konuşmazlar.

3. Kızgınlık Hali

Evet bazen erkekler sus pus olur, bunun da nedeni kızgın olmalarıdır. Birçok erkek için öfke; rencide edildiklerinde, eleştirildiklerinde, saygısız olarak adledildiklerinde, yalnız kaldıklarında ya da üzüldüklerinde verdikleri standart bir tepkidir. Öfkelerini harekete geçiren şeyin ne olduğunun farkına varılması biraz zaman alabilir. Bunun hakkında konuşmaya hazır olana dek, sessizlik belki de en güvenli seçenek.

4. Tartışma Acı Verir

Kadınların büyük bir kısmı, erkeklerin gözünde ne kadar değerli olduklarının farkında değildir. Mutsuz kadınların birçoğunun (erkeklerle) acı hatıraları vardır. Eski mevzular tekrar ortaya çıktığında, erkekler kadınları mutlu etmeyi başaramaz. Bu yüzden erkekler uğraşmaktan vazgeçer ve sessizliğe bürünür. Onlar için pasif olarak bir şeyler yapıp işleri kötü hale sokmak, konuşup isleri berbat etmekten daha iyidir.

5. Geçmiş Ele Geçirir

Erkekler hakkında genellemeler bir noktada iyi ve faydalı olabilir, fakat bireysel faktörlerin daha önemli olduğu unutulmamalıdır. Erkekler de en az kadınlar kadar geçmişleriyle ilgili savunmasızdır. Geçmiş deneyimleri kullanan zihin şu anki davranışlarımızı oluşturur. Geçmişteki yasadığı tecrübeler sayesinde zıtlaşmanın tehlikeli olduğunu öğrenen bir kişinin, su anki sessiz hali  anlaşılabilir. Bu “susma” stratejisi belki o an için ona fayda sağlamıştır, fakat su anki durumu için işe yaramıyor olabilir. Geçmişte bizi güvende tutan davranışlar, değiştirilmesi en zor olanlardır. Anlamak ve aşmak için özel efor sarf etmek gereklidir.

Huzur ve mutluluğumuz için; önce kendimizi, sonra da birbirimizi anlamaya ihtiyacımız var. Tüm bu nedenleri bilmek bizi empati kurmaya bir adım daha yaklaştırır.

Çeviri: ruhdoktoru.com
Kaynak: Psychology Today

Gönderen: Ruhdoktoru | Mart 28, 2012

Seni dinliyorum: İyi Bir Dinleyici Olmak İçin 5 Öneri

Her başarılı insanın ya da başarılı ilişkilere sahip kişilerin iyi iletişim becerilerine sahip olduğunu biliyoruz. Bu kişilere çoğumuz hayranlıkla bakar ve onlar gibi olmayı dileriz.

Eminim günlük yaşantınızda en iyi anlaştığınız, birlikte vakit geçirmekten en çok hoşlandığınız insanlar sizi dinleyen (dinlediğini hissettiren) kişilerdir.

Dinlenmediğimizi hissettiğimizde kendimizi değersiz hissederiz.

A: Biliyor musun dün gece başımın ağrısından uyuyamadım..

B: İnan ben de hiç uyuyamadım komşular çok gürültü yaptı. Çok yorgunum..

A: …”

Bu basit diyalogda Bencil B’nin A’yı hiç kâle almayıp kendine odaklandığını fark ettiniz mi? A’nın hissettiği tek şey B için hiçbir önemi taşımadığı oldu. İnanın bunu günlük konuşmalarımız esnasında (çoğunlukla farkında olmadan) çok yapıyoruz. Olması gereken; B’nin A’yı anladığını gösteren birkaç kelimeydi.

A: Biliyor musun dün gece başımın ağrısından uyuyamadım..

B: Neden ağrıdı acaba, çok yorulduğun için olabilir mi?.. Şimdi nasılsın?…”

Karşımızdaki insana değer verdiğimizi onu dinleyerek gösteririz.

İyi bir dinleyici olarak önce yakın ilişkilerimizle (anne, baba, eş, çocuk) sonra da sosyal yaşantımıza dahil tüm insanlarla daha iyi, daha samimi ilişkiler kurabiliriz.

Size yardımcı olabileceğini düşündüğüm psychology today’de yer alan birkaç öneri:

1.  Kulak verin. Dinleme konuşma sırasını bekleme değil; sürece aktif olarak dahil olma ve aşikâr olan ya da ayrıntılarda yatan bilgiyi elde etmedir. Konuşan kişiyle göz kontağı kurun. Beden diline dikkat edin. Yeri geldiğinde başınızı sallayarak, gülümseyerek empati kurduğunuzu belli edin. Canlı görünün. Dahil olun.

2. Konuşmayı bölmeyin ya da saptırmayın. İlgili gibi görünen bazı dinleyiciler konuşmacının fikir trenini raydan çıkartabilir. “İşte ben okula giderken..” diyen konuşmacıya ilgisiz bir dinleyici: “Peki hangi okulu okumuştun?” diye sorarak konuyu tamamen dağıtabilir. Biraz sabırlı olun, yorum ve sorularınız için konuşmacının anlatacaklarını bitirmesini ya da en azından nefes almak için ara vermesini bekleyin.

3.  Monoloğa karsı nazikçe müdahale. Az önce konuşmaya müdahale edilmemesi gerektiğini söyledik. Fakat bunun da istisnası var: eğer dinleyici olarak hikayeyi tamamen kaçırdıysanız ya da eğer konuşmacı kaba davranıp size hiç söz hakki vermeden monolog yapmaya başladıysa adım atma zamanı gelmiş demektir. Bu gibi durumlarda şu şekilde araya girmenize müsaade edilebilir: “Durun bir saniye. Anlayamadım. Simdi telefon eden siz miydiniz başkası mı?” ya da: “Bir saniye lütfen, simdi anlamış mıyım bakalım: diyorsunuz ki evinizi 2 kat daha pahalıya sattınız çünkü son anda iki alıcı daha çıktı.” Bu nazik müdahalelerle konuşmacı asıl konuya dönecek ve siz de doğru anladığınızı teyit etmiş olacaksınız.

4. Duyduğunuzu geri yansıtın. Savunmaya geçmeyin. Saldırıya da.. Çoğu insan eğer konuşmacı genelleme yapıyorsa kişisel alabilir ya da kendisine taş atıldığını zannedebilir. Bu yüzden kendini savunmaya başlayabilir. (“Kadınlar aşırı duygusal derken neyi kastediyorsun? Ben şahsen mantık insanıyım!”) Ya da saldırıya geçebilir (Kadınlar duygusal olabilir fakat bu onların empati kurabildiğini gösteriyor, siz erkekler gibi empatiden yoksun değiliz!”). Konuşmanın dargınlıklarla bitmesini istemiyorsanız, duyduklarınızı basitçe yansıtmaya çalışın: “şimdi şunu mu diyorsun: Kadınlar işte istediğini elde etmek için duygularını silah olarak mı kullanıyor?”.


5. 
Eğer dinlenecek bir şey yoksa. Konuşmacıdan alacağınız pek bir şey yoksa ve uykunuzu getirecek kadar kendi monoloğuna daldıysa o zaman biraz hareket getirmenin vakti gelmiştir, işte tam bu esnada karsınızdakinin ilgisini çekeceğine emin olduğunuz açık uçlu bir soru sorun.  Böylece en sönük kişiler bile kendi konuşmasına ilgi duyulduğunu düşündüğünde canlanabilir: hatta en sıkıcı konular konuşma yapan şevkli ve memnunsa sürükleyici olabilir.

Dilerseniz haftada bir gün yukarıdaki maddeleri çeşitli içerikteki konuşmalarınızda deneyin. Büyük ihtimalle yakınlarınız bunun farkına varacaktır; varmazlarsa da şüphesiz ki iyi bir dinleyici olma yolunda sağlam adımlar atmış olacaksınız.

ruhdoktoru.com

Gönderen: Ruhdoktoru | Mart 7, 2012

Hamilelikte Panik Atak

2009’da anksiyeteyle başa çıkma üzerine yayınladığım yazı halen bloğumdaki en popüler yazılardan birisi olma unvanını taşıyor. Aslında en çok okunanlar, sizin ilginizi ayni zamanda ihtiyacınızı da bana yansıtıyor. Bu yazıya yapılan yorumlara hassasiyetle cevap vermeye çalışıyorum. Bazı yorumlara cevap yazarken uzattığımın farkına varıyor, ve yanıtı yeni bir yazı sekline dönüştürmeyi uygun görüyorum. Böylece daha çok kişiye faydalı olabilir kanaatindeyim.

Bu yazı bahsettiğim yorumlardan birine cevap niteliğinde. Yorumu yazan hanım efendiye panik atak teşhisi konuluyor; fakat hamile olduğu için ilaç kullanamıyor. Kendisine ve bu durumu yaşayan diğer anne adaylarına tekrar geçmiş olsun dileklerimi sunarak, yardımcı olabileceğini umduğum birkaç konu üzerinde durmak istiyorum.

Hamilelikte panik atak yaygın bir durum mu?

Panik atak hamilelikte sık karşılaşılan bir durum. Hamilelik, kadın için hem fiziksel hem de ruhsal anlamda büyük değişikliklerin yer aldığı bir dönemdir. Hormon seviyesinin yükselişe geçmesiyle duygusal salınımlar, iniş çıkışlar ortaya çıkabilir. Ayrıca anne adayının bebeğiyle ilgili kaygıları, ‘iyi bir anne olabilir miyim’ endişesi, yaşam tarzındaki değişiklikler ve maddi kaygılar da panik atağın psikolojik faktörlerini oluşturur.

Hamilelikte panik atak semptomları farklı mıdır?

Hamilelik esnasındaki panik atak semptomlarının diğer zamanlardakiyle arasında bir farkı yok:

Hızlı kalp atışı

Göğüs ağrısı

Titreme veya ürperme

Zorla nefes alma

Baş dönmesi

Panik atak yasayan kişi kalp krizi geçirdiğini düşünür, hatta bazen öleceğini hisseder.

Tek çare ilaç değil

Panik atakta en sık başvurulan tedavi yollarından ilki ilaç tedavisidir. Fakat hamilelik süresince ilaçlarin bebeğe vereceği olumsuz etkiler nedeniyle hastanın ilaç kullanması önerilmiyor.Panik atakta tek çare ilaç değildir, terapiyi unutmayın. Kognitif (bilişsel) terapi ve davranışsal terapi, panik atak tedavisinde en etkili terapi yöntemlerindendir. Terapi sayesinde panik bozukluğu hakkında bilgi verilir,  stres oluşturan faktörler tanıtılır ve bunlarla nasıl başedileceği danışana öğretilir. Üstelik hiç bir ilaç kullanmadan.

Terapinin yaninda panik atak yaşayan anne adayına yardımcı olabilecek birkaç öneri:

  • İlk adım: aile ve arkadaş desteği. Bu sıkıntılı süreci atlatmanızda en büyük yardımcılar yine onlar olacaktır.
  • Araştırmalar eşin gösterdiği sevgi ve ilginin hamilelikteki panik atağı azaltacağını söylüyor.
  • Annenin izole olmasına karşın aile; sosyal yaşamını ve ihtiyaçlarını anneyi daha aktifleştirecek şekilde ayarlamalı.
  • Anne adayı kafein alımını (çay, yeşil çay, kahve, kola..vb) azaltmalı. Uykusuna azami dikkat göstermeli.
  • Sırt ve ayak masajları anneyi rahatlatır ve derin nefes almasını kolaylaştırır. Yavaş ve derin nefesler stresi azaltır.
  • Doğum sınıfları anneyi doğuma psikolojik olarak hazırlayacaktır. Özellikle ilk kez anne olacaklar için doğum ürkütücü olabilir. Kendisini neyin beklediğini bilmek kaygıyı düşürür, bu da panik atağı büyük ölçüde azaltır.
  • Doğum kliniklerini öncesinde ziyaret etmek, çevreyi gözlemlemek, personelle tanışıp, prosedür hakkında bilgi almak anneyi rahatlatabilir.

ruhdoktoru.com

Gönderen: Ruhdoktoru | Mart 4, 2012

Nasıl Daha Mutlu Olabiliriz?

Su cümleler size bir yerden tandık geliyor mu?: “Artık daha çok imkânım var elimde. İyi bir eğitim aldım,  bilinçliyim, iyi bir iste çalışıyorum, kazancım da iyi… fakat yaşamdan eskisi gibi tat alamıyorum. Bir şeyler eksik… Mutlu değilim!”

Belki de bu cümleleri en sık tekrarlayan sizsiniz. Çevrenizden de aynı nakaratları oldukça fazla duyduğunuza hiç şüphe yok.

Peki sizce bir şeyleri ihmal mi ediyoruz?

İyi oluş esenlik (well-being) ve yaşam doyumu (life-satisfaction) ile ilgili konular pozitif psikoloji ve zihin sağlığı alanında incelenir.  İyi oluşun ölçümüyle; insanların tüm ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmadığını, mutlu, sağlıklı ve başarılı bir insanın hislerine sahip olup olmadığını öğrenebiliriz.

Nedir bu “iyi oluş”?

İyi oluş basitçe sağlıklı, mutlu ve başarılı olmaktan ziyade; çok yönlü, dengeli ve kapsamlı bir yaşam deneyimini ele alır. Sosyal, fiziksel, zihinsel, duygusal ve spritüal (manevi) sağlığı kapsar. Bu alanlarda eğer bir şeyler yolunda gitmiyorsa muhtemelen huzur, neşe hissetmeyiz; aksine stres, endişe, kaygı ve tatminsizlik yaşayabiliriz.

İşte size psikolojik iyi oluşunuzu yükseltme odaklı bir kaç alan:

Kendini kabul (self-acceptance) – İyi oluşun ve mutlu bir yasam sürmenin en önemli kaynağıdır. Kendini kabullenme; kim olduğumuz, geçmişimize karşı barışık olmamız, ve şu anki halimizden ötürü memnuniyetimizden doğan tatminle ilişkilidir. Kabullenme neyi değiştiremeyeceğimizi ya da kontrol edemeyeceğimizi bilmekle gerçekleşir.

Kendini geliştirme – Birey olarak gelişmek ve bilgimizi genişletmek sonu hiç gelmeyen bir süreçtir. Eğer yeni deneyimlere açıksak ve potansiyelimizi kullanmak istiyorsak günlük yaşantımızda dahi kendimizi geliştirebiliriz. Kendini geliştirme; hayata karşı meraklı, ilgili olma ve birey olarak bizi geliştirecek fırsatları aramayla gerçekleşir.

Amaç ve anlam – Ulaşmak istediğimiz bir hedef varsa ve istikametimiz bu doğrultudaysa gerçek anlamda canlı olduğumuzu hissederiz. Hayatımızdaki amaç ve anlam doğrultusunda var olan doğal güçlerimizi, yeteneklerimizi, yakın ilişkilerimizi ve manevi olgunluğumuzu derinleştirebiliriz.

Özerklik – Kendinizi ilk kez bağımsız ve özgür hissettiğinizi hatırlıyor musunuz? Belki de bunu ilk kez araba kullanırken yasadınız, ya da üniversiteye gittiğinizde ya da kendi ailenizi kurduğunuzda. Bir şeyleri yapabiliyor ve kontrol ediyor olma harika bir histir. Özerklik; kendi kimliğimiz, değerlerimiz ve hedeflerimizle farklı bir birey olma hissini verir.

İlişkiler– Hayatımızda bize güven veren, sevgi dolu bir ilişki kadar önemli bir şey yoktur. İnzivaya çekilmiş bir keşiş değilsek, başkalarıyla ilişki kurmaya, kabullenilmeye, sevmeye ve diğerleri tarafından desteklenmeye ihtiyacımız vardır.

Hakimiyet – Sağlıklı bir gelişime sahip olmak için kendi çevremiz üzerinde söz hakkına sahip olmamız ve amacımız doğrultusunda elimizdeki şartları adapte etmeyi öğrenmemiz gereklidir. En az kendimize olan güven ve yeteneklerimize olan inancımız kadar, ihtiyaç duyduğumuz şeyleri elde etmek için gerekli beceri ve yetkinliğe sahip olmak da hakimiyetimizi sağlamlaştıracaktır. Hakimiyet duygusu başarı ve tatmin hissine yol açar, bu sayede motivasyonumuz ivme kazanır.

Maneviyat – Aslında inançlı olmanın en büyük kolaylıklarından biri de yukarıda bahsettiğimiz (ve bunun dışındaki ) tüm alanlarla ilgili düzenlemelerin Yaratıcı tarafından bizlere bildirilmesidir. Örneğin; kendini kabul- tevekkülle, kendini geliştirme – insan-i kamil olma yoluyla, amaç ve anlam – Yaradılış sebebimizle (kulluk) ilişkilidir.

Yapılan bir araştırmayla (Ellison, 1991), bazı dini bağlılıkların yaşam doyumunu artırdığı; dine inanmayla yaşam doyumu arasinda pozitif bir ilişkinin varlığı bulunmuştur. Ellison, yüksek dindarlık düzeyinde bulunan bireylerin yaşam doyumlarının ve kişisel mutluluklarının da yüksek düzeyde olduğunu, ve bu kimselerin olumsuz yaşam durumlarına karşı psikolojik olarak negatif tepki verme düzeylerinin düşük olduğunu belirtmiştir (Grene ve Yoon, 2003).

Psik. Meleknur Ozgu

Kaynak: Greene, V. K. ve Yoon, B. J. (2004). Religiosity, economics and life satisfaction. Review of Social Economy, 62 (2): 245-261.

Ellison, C. G. 1991. Religious involvement and subjective well-being. Journal of Health and Social Behavior, 32(1):80-99.

« Newer Posts - Older Posts »

Kategoriler